24 Ağustos 2007 Cuma

Kronik Ağrı

Kronik Ağrı

Hastanelere ve sağlık kuruluşlarına başvuranların yüzde 40’ında ağrı yakınması saptanmış. Ağrı yakınmasıyla başvuran hastaların ortak tutumu ve kanısı ise, mutlaka kendilerinde fiziksel bir problemin olduğu. Oysa hiçbir fizyolojik sorun olmaksızın yıllardır ağrı çeken ve doktor doktor dolaşan binlerce insan var. İşte ağrının iç yüzü…

Hekimlere göre ağrının kökeninin fizyolojik mi, psikolojik mi yoksa psikosamatik mi olduğunun saptanması gerekiyor. “Ağrının ruhsal kökenlisi olur mu, psikolojik ağrı da mı var” sorusu ister istemez insanın aklından geçiyor. Evet, psikolojik ağrı da var. Daha da ötesi fiziksel ağrı psikolojik ağrıya dönüşebiliyor. İstanbul Tıp Fakültesi Liyozon Psikiatrisi Bölümü Başkanı Prof.Dr.Sedat özkan, ağrı yakınması ile hastalıkların olduğu kadar kişinin ruhsal durumu arasında da doğrudan bir ilişki olduğunu belirterek “ağrı doğrudan doğruya tıbbi cerrahi bir hastalığın belirtisi, bulgusu olabildiği gibi, tamamen psikolojik faktörlerin sonucu görülen bir yakınma da olabilir” diyor. Ağrının psikolojik, psikosomatik ya da fiziksel kökenli olması nedenlerine göre yapılan sınıflandırma. Ama ağrı hangi nedenden kaynaklanırsa kaynaklansın giderek kronik ağrıya dönüşebiliyor. Prof.Dr.Sedat Özkan’ın deyişiyle “hücre düzeyinde bir sorundan yani fizyolojik bir nedenden kaynaklanan ağrılar ruhsal dünyada krize, zaman içersinde depresyona, ruhsal çökkünlüğe yolaçabiliyor”. Bu depresyon dolayısıyla, fiziksel neden ortadan kalktığında bile hastanın ağrı yakınması devam ediyor. Yani hastalık tedaviye cevap veriyor ama hasta düzelmiyor. İşte 6 aydan fazla süren bu ağrılara da “kronik ağrı” deniyor.

Peki ama fiziksel ve psikolojik problemlerimizin belirtisi ağrı, nasıl tanımlanıyor? Ne tür bir duygu? Ölçüsü var mı?
Uluslararası Ağrı Derneği (IASP) ağrıyı “gerçek ya da potansiyel doku hasarı ile ilişkili ya da böyle terminoloji içinde tanımlanan, hoş olmayan sensoriyel (duyu sistemiyle ilişkili) ve heyecansal yaşantı” olarak tanımlıyor. Heyecansal sorunlarla ağrının içiçe olduğu ve ağrı fenomenini heyecansal bir duygu olarak değerlendirme düşüncesi 19 yüzyıldan bu yana devam ediyor. Hoş olmayan bir duygu olduğu kesin ama ağrının heyecansal bir yanı olabilir mi? Yoksa Aristo’nun söylediği gibi ağrı, haz duygusuna benzer bir kategoride mi ele alınmalı? İşin felsefi yanı bir kenara, hekimler ağrının kesinkes “psikojenik ya da organik” gibi polar (kutupsal) bir yaklaşımla ele alınmasının kavram kargaşasına ve ağrının algılanması ve tedavisinde yanlışlıklara yol açabileceğini belirtiyorlar. Çünkü ağrının kökeni tamamen psikolojik olabileceği gibi, fizyolojik kökenli ağrılar da zamanla kişinin ruhsal dünyasında depresyona neden olabiliyor. Uzmanlara göre ağrı, sübjektif bir duygu ve nabız, solunum ritmi, ateş gibi nesnel ve fizyolojik olarak ölçülebilen bir bulgu olmayıp, kişinin ruhsal ve sosyal sağlığı ile de çok yakından ilgili. Hatta kişinin yaşam biçimi, çevresiyle ilişkileri, ruhsal durumu ağrıyı algılayışını ve yaşantılamasını da etkiliyor. Ağrı ilk bakışta çok sıradan bir sorun gibi gözüküyor. Ama işin boyutları sanıldığından farklı. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre sadece kronik bel ağrıları olan kişilerin yılda 270 milyon gün işgücü kaybına neden olduğu saptanmış.

İstanbul Tıp Fakültesi Liyezon Psikiatrisi Bölüm Başkanı Prof.Dr.Sedat Özkan da ağrının çok yönlü araştırılması gerektiğine dikkat çekiyor. Ağrının “salt fizyolojik” ele alınmasının yanlış olduğunu söyleyen Özkan, “Ağrılı hastalığın getirdiği engellemeler, limitasyonlar veya ağrının yaşam stilinde ve yaşam kalitesinde meydana getirdiği engellemeler en basit olarak ruhsal dünyada krize ve zaman içerisinde de depresyona ruhsal çökkünlüğe yol açabilir” diyor. Bunun yanısıra belirli ruhsal hastalıkların kendilerini ağrı yakınmasıyla ortaya koyduklarını da vurgulayan Prof.Dr.Sedat Özkan, en sıklıkla ikisinin bir arada olduğunu belirtiyor. Yani hem ruhsal durumun kendisi ağrıya yol açabiliyor hem de organik kökenli bir ağrı giderek hastanın ruhsal dengesinde sarsılmaya ve genellikle depresyona neden oluyor.

Ağrı duygusunun kişinin ruhsal durumuyla yakından ilgili olduğunu örneklerle de vurgulayan Özkan, özellikle Afrika’daki ilkel topluluklarda ve Afro Amerikalılarda gözlenen “Caurade Sendromu”na dikkat çekiyor. Özellikle zenci erkeklerde gözlenen bu sendromda, eşi doğum yaparken müstakbel baba hiç bir neden olmaksızın doğum sancısına benzer batın ağrıları ve bulantı çekiyor. Bu durum ileri toplumlarda %2-11 oranında görülüyor. Bunun nedeninin bilimsel olarak araştırılmadığı için çok kesin saptanamadığı belirten Prof.Dr.Sedat Özkan kişisel görüşünü şöyle açıklıyor: “Benim kanaatim bireyselleşme az olduğu zaman sembiotik ilişkilerin daha fazla olduğu yolunda, Çünkü burada kadının doğum sancısının erkek tarafından içselleştirilmesi söz konusudur.”

İşin psişik boyutunu ortaya koymak için bir diğer örnek futbolcularda gözleniyor.Futbolcu maç sırasında yaralandığında, kazandıysa bara gidip ağrıyı daha az hissediyor. Kaybettiyse ağrı duygusu artıyor ve hastaneye gidiyor.


Ağrı duygusunun kişinin yorumuyla da çok yakın bir ilişkisi saptanıyor. Örneğin göğsü ağrıyan bir hasta, “eyvah kalp krizi mi geçiriyorum” diye düşünürse ağrı artıyor. “Akşamleyin üşüttüm” diye düşünürse ağrıyı daha az hissediyor.

Ağrının kişinin ruhsal durumuyla çok yakından ilişkili olması nedeniyle, konuya insan varlığı ve hastalıklara ilişkin bütünlük içerisned yaklaşılması gerekitğini söyleyen Özkan, “Ağrıyı değil ağrılı hastayı tedavi etmek durumundayız” diyor. Ağrıyı tedavi etmek içinse, hastanın ağrısının ne tür olduğunun saptanması gerekiyor.

Ağrı üç alt grupta ele alınıyor. Bunlardan ilki akut ağrı. Akut ağrı kalp krizinde olduğu gibi kolay tanımlanabiliyor. Hastanın belirli bir huzursuzluk içinde olduğu gözleniyor. Kıvranıyor, acı çekiyor, solgun. Bulantı ve kusma hastanın acısını arttırıyor. Akut ağrıda kaynak daha kolay belirlenebiliyor ve hekim hızla analjeziklere başvuruyor.

Sürekli ağrı denen ikinci tip ağrı ise çeşitli hastalıklarda ve sıklıklı kanser ve diğer terminal hastalarda görülebiliyor. Bu tür ağrılarda hekim hastanın tedavisinde çeşitli ağrı kesicileri kullanıyor, gerekirse cerrahi müdahalede bulunuyor.

Kronik ağrı tipiyse en karmaşık ağrı türünü içeriyor. Genellikle 6 aydan fazla devam eden bu ağrı türünde ya hastanın ağrı yakınması tamamen psikolojik kökenli oluyor ya da başlangıçtaki nosiseptif (hücre düzeyinde sorun) ya da organik sorun, yani hasarlı dokudan kaynaklanan ağrı uyaranı ortadan kalktığı halde ağrı yakınması devam ediyor. Liyezon Psikiatrisi Bölüm Başkanı Prof.Dr.Sedat Özkan “Bu tür durumlarda tıbbi ekibin kronik ağrıya akut ağrıdaki gibi yaklaşması ve benzer tedaviler uygulaması yanlıştır” diyor. Kronik ağrılı hasta ciddi huzursuzluk yaşıyor. Fakat akut ağrısı var gibi davranmıyor. Giderek tedaviye direnci artıyor, hasta-hekim ilişkisi gerginleşiyor. Böylece hekimde de gerçek bir ağrı olmadığı düşüncesi gelişiyor. Prof.Dr.Özkan, “Sorun hasar ve ağrı değil hastanın reaksiyonudur. Çünkü ağrı ile kişinin ruhsal ve sosyal durumu arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Bir insanın homostatik (biyolojik ve ruhsal) dengesinde bu uyarıyla farklılık olur.”diyor.

Tüm bu saptamalardan sonra Özkan, kronik ağrının bir çok doktor tarafından maskeli depresyonla eşit tutulduğunu söylüyor.

Özellikle gelişmekte olna, hala gelenek ve göreneklerin önemli ölçüde toplumu yönlendirdiği ülkelerde ve yine özellikle kadınlarda bu tür vakalara daha çok rastlanıyor. Kişi kaygılarını, endişelerini, huzursuzluklarını, sorunlarını ve gereksinimlerini, kısacası duygularını dile getiremedeiği için beden dilini kullanıyor. Ruhsal gereksinimlerini, görmek istediği ilgiyi ağrı davranışıyla ifade ediyor. Ayrıca özellikle kardiyoloji, onkoloji, çene cerrahisi ve fizik tedavi bölümlerinde tedavi gören hastaların da önemli bir bölümünde depresyon başlıyor. Giderek fiziksel kaynaklı ağrı, üstüne depresyon eklendiği için ruhsal kaynaklı kronik ağrıya dönüşüyor. Özkan, bu tür durumlarda da Liyezon Psikiatrisi Bölümü’nün devreye girdiğini belirterek “Kalp krizi geçiren bir insan, yoğun bakım ünitesinde panik bozukluğu yaşar. Siz panik bozukluğu farketmez de tedavi etmezseniz hastanın yeniden kalp krizine girme riski artar. Kanserde hastanın depresyonunu tedavi etmezseniz prognoz bozulur (hastalığın seyri), yaşam süresi etkilenir. Depresyonu olan bir insanın merkezi sinri sisteminde bozulmalar olur. İmmün sistemi, yani bağışıklık sistemi bozulur. Bu nedenel ilgili birimlerdeki hastalar bizim de tedavimiz altındadır” diyor.

Gerçekten de yapılan araştırmalar fiziksel hastalıklarda depresyon oranının, toplumdaki depresyon oranından çok yüksek olduğunu ortaya çıkartıyor. Toplumda bu oran hekimler arasında yüzde 3-10 olarak kabul edilirken, fiziksel hastalıklarda depresyon oranı yüzde (%) 40-60 arasında değişiyor. Ayrıca İstanbul Tıp Fakültesi Liyezon Psikiatrisi Bölümü’nün Onkolojie Servisi’nde yaptığı bir araştırmada hastaların yüzde 67’sinde depresyona rastlanıyor.

Prof.Dr.Sedat Özkan kronik ağrı da esas amacın iyileştirmeden çok ağrı ve acıyı azaltarak iyilik halini ve psikososyal uyum ve üretkenliği arttırmak olduğunu belirtiyor. Ayrıca hastanın hem fizyolojik sorununu çözecek birim, hem de psikolojik tedavisini sürdürecek birim tarafından ortaklaşa tedavi edilmesi gerekiyor. Hekimin, ağrının hasta tarafından gerçek olarak ve acı verecek bir yaşantı olarak algılandığı perspektifinden hareketle çok sabırlı ve ilgili olması gerekiyor. Hastanın ortaya koyduğu yakınmaların ortaya konuş biçimi ve buna eşlik eden duygu ve tutumların gözlenmesi gerekiyor.
“Bütün bunların dışında” diyor Özkan, “bu hastaların bir çoğunda insanlararası ve yakın aile içi etkileşimde bozukluklar ve duygularını ifade etme güçlüğü, ilgi, beklenti gereksinimleri ya da baskılanmış öfke-kızgınlık duyguları vardır. Narsistik zedelenme ve özsaygıda, güvende azalma vardır. Bir anlamda bedenleri ile ilişki kurmaktadırlar. Psişik engellenme ve psikososyal uyum güçlükleri ya da başarısızlıkları nedeniyle duygu ve ilgileri bedenlerine yönelmiştir.” İşte Prof.Dr.Özkan’ın belirttiği bu nedenlerden dolayı da hekimin hastanın yaşam öyküsünü nötr bir biçimde dinlemesi, hastanın duygularını ifade etmesi doğrultusunda onu yüreklendirmesi tedavi açısından önem taşıyor. Terapi sırasında hekimin hastanın ilgisini giderek ağrıdan uzaklaştırması, hastanın yaşam alanlarındaki işlevselliğini arttırıcı davranması iyileşme yolunda atılan önemli adımlardan birini oluşturuyor. Kronik ağrı tedavilerinde zaman zaman grup terapi ve hipnoz da olumlu sonuçlar verebiliyor. Kronik ağrı hastaları kendi durumları ve acıları anlaşılmaz ve düzelmeyecek duygusu yaşadığından ve bir sosyal izolasyon içinde olduğundan, grup olgusu bu yabancılaşmanın azaltılmasını sağlıyor, hastanın anlaşılabildiği duygusunu geliştiriyor. Ayrıca hastalar grup olgusu içinde terapötik müdahale ve sosyal durum değerlendirmesine daha az direniyor.

Prof.Dr.Sedat Özkan “tüm bunlar hastanın bir an öcne fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığına kavuşması için yapılıyor.Çünkü hekimlik insanların sadece fizyolojik sorunların çözüm getirmek değildir, insanı bir bütün olarak değerlendirebilmektir” diyor.


1- Kronik Ağrılar, Fibromyalji Hastalığının Belirtisi Olabilir

Kronik kas ağrılarıyla kendini gösteren, uyku bozukluğu, uzun süren yorgunluk ve psikolojik yakınmaların eşlik ettiği fibromyalji hastalığı yumuşak doku romatizması grubunda yer alan bir sağlık sorunu. Her 10 kadına karşı 1 erkekte ortaya çıkıyor ve yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Sabahları uyanmakta zorluk çekiyorsunuz. Ev işi yaparken, ya da bilgisayar başında boyun ve sırt ağrılarından yakınıyorsunuz. Geceleri iyi uyuyamıyor, gün boyu kendinizi yorgun hissediyorsunuz. Baş ağrısı, kabızlık, adet döneminde artan gerginlik gibi sorunlar da yaşam kalitenizi azaltıyor. Nedeni tam olarak bilinemeyen fibromyalji hastalığı, birçok kişinin doktor doktor gezmesine neden oluyor. Hastaların bazen “hastalık hastası” olarak tanımlanmasına yol açan fibromyalji hastalığı toplumun yüzde 5 ile 20’ sinde görülebiliyor. Sakatlığa yol açmayan hastalık, yumuşak doku romatizması grubunda yer alıyor. Kesin tanı konulabildiğinde başarıyla tedavi edilebildiği için hastaların yaşam kalitesi de düzeliyor.
Hastaları olumsuz etkiliyor
Acıbadem Hastanesi Kadıköy’de görev yapan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hakan Ertürk, fibromyaljinin kronik ağrıya yol açan nedenlerin en önemlilerinden biri olduğunu belirterek çoğunlukla kadınlarda ortaya çıkan bir sorun olduğuna işaret ediyor:
“Fibromyalji, çoğunlukla 30-50 yaş arasında ve kadınlarda görülmekle beraber her cinsi ve her yaş grubunu da etkileyebilen bir durumdur. Toplumda görülme sıklığı ile ilgili çeşitli çalışmalarda yüzde 5 ile yüzde 20 arasında değişen oranlar saptanmıştır. Hastaların çoğunlukla yaygın vücut ağrıları, uyku bozukluğu, yorgunluk,tüm vücutta tutukluk, baş ağrısı, kabızlık, ağrılı adet görme, ellerde ve ayaklarda karıncalanma ile şişme gibi pek çok farklı yakınmaları vardır. Sıklıkla bu yakınmalara yönelik pek çok farklı uzmanlıktan farklı hekimlere başvurulmuştur. Kronik ağrı ile diğer yakınmalar hastada iş gücü kaybına, psikolojik bozukluklara ve tanı ile tedavi maliyetinde artışlara yol açmaktadır.”
Fibromyalji hastalığının nedeni
Fibromyalji hastalığının nedeni tam olarak bilinmiyor. Hastalıktan geçirilmiş travmalar, spor yaralanmaları, uyku bozuklukları, nörohormonal bozukluklar, otonomik disfonksiyon, kas oksijenizasyon bozukluğu, psikolojik bozukluklar gibi pek çok farklı etken sorumlu tutuluyor. Şikayetlerin farklılığı tanıyı da zorlaştırıyor. Dr. Hakan Ertürk, “Hastanın yapılan tüm laboratuvar, radyolojik ve elektromyografik incelemeleri normal olarak saptanır. Tanı genellikle iyi bir öykü ve fizik muayene ile şüpheye yer bırakmayacak şekilde konabilir. Ancak özellikle myofasial ağrı sendromu, kronik yorgunluk sendromu, polimyalji romatika, hipotiroidi, depresyon, romatoid artrit, depresyon gibi hastalıklar hem fibromyalji ile karışabileceği hem de beraber en sıklıkla rastlanabileceği için mutlaka akılda tutulmalıdır” diye konuşuyor.
Tedavide multidisipliner yaklaşım şart
Kas ağrısından depresyona, tiroitten, uykusuzluğa kadar geniş bir yelpazeye yayılan şikayetlerin tedavisi de multidisipliner bir yaklaşım gerektiriyor. Dr. Hakan Ertürk tedavinin hastanın bu konuda bilgilendirilmesiyle başladığını belirterek şöyle devam ediyor:
“Hastaya hastalığı detaylı anlatılmalıdır. Fibromyalji tedavisinin uzun sürebileceği, hemen bir sonuç beklememesi gerektiği anlatılmalıdır. Bu aşamada eşlik eden psikolojik bozuklukların tedavisi ile hastalığı şiddetlendiren nedenlerin açıklanması ve rahatlatıcı yaklaşımlar konusunda hastanın bilgilendirilmesi önemlidir. Bu yönde bir stratejinin tedavi sonuçlarını olumlu yönde etkilediği bildirilmektedir. Uyku bozukluklarının düzeltilmesi önemli bir yer tutar. Tedavide başta çeşitli antidepresan ilaçlar olmak üzere fizik tedavi, hipnoterapi, akupunktur, kaplıca tedavisi gibi pek çok tedavi yaklaşımı kullanılmaktadır. Ancak tedavinin ana merkezini egzersiz tedavisi oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar aerobik egzersiz programlarının (düşük ağırlıkla fitness, yürüyüş, hafif tempo koşu, yüzme, bisiklet binme) başlangıçta şikayetlerde hafif artışa neden olsa da hareket kalitesini arttırdığı, ağrı yakınmalarını azalttığını göstermiştir.”
Hastalığın seyri
Yapılan araştırmalar, fibromyalji hastalığının bir kez ortaya çıktığında uzun süre devam ettiğini, zaman zaman şiddetlendiğini gösteriyor. Hastada kalıcı sakatlığa neden olmasa da kronik olarak devam eden yorgunluk, tutukluk ve ağrılar nedeniyle ciddi iş gücü kaybı ve tedavi maliyetleri ile ekonomiye yük yaratıyor. Dr. Hakan Ertürk, “Yapılan araştırmalarda genç yaştaki hastalar ile uyku kalitesinde ciddi yetersizliği olmayanların tedaviden daha çok faydalandığı ve hastaların en az yüzde 50’nin eğitim, ilaç tedavi ve egzersiz tedavisi ile orta ve iyi derecede iyileşme gösterdikleri unutulmamalı ve hasta hastalığa yönelik en uygun tedaviyi planlayabilecek uzmana mümkün oldukça erken başvurmalıdır” uyarısında bulunuyor.


2- Kronik Ağrıdaki Emosyonel Değişkenler

Ağrı deneyiminde psikolojik etkenlerin rolü büyüktür. Özellikle anksiyete, depresyon, güveninazalması, histeri ve yılgınlık ağrı şiddetinin artmasına yol açmaktadır. Bu değişikler sonucunda vücutta birçok kimyasal maddeler salgılanır. Bu kimyasal maddelerin salgılanması ile de kalp hızı değişir, tansiyon yükselir, mide ve bağırsaklarda çeşitli bozukluklar ortaya çıkar. Özellikle kronik ağrıda farklı etkenlerin bu etkileri hastanın psikolojik durumundaki bozukluklara bağlıdır. Bu durum genellikle hem hasta hem de hastayı tedavi eden hekim tarafından değerlendirilmez. Ağrı ile anksiyete yani tedirginlik arasında birçok ortak nokta vardır. Tedirgin kadınların daha fazla ağrı çektiği bilimsel olarak gösterilmiştir. Buna en güzel örnek, doğum ağrısıdır. Doğum ağrısından korkan kadınların daha fazla ağrı çektiği gösterilmiştir. Bu nedenle doğum öncesinde özellikle çok şiddetli korkular içerisinde olan kadınlara yeni yeni yöntemlerle gevşemeleri öğretilmektedir. Ağrı ve depresyon arasında da belirgin bir ilişki vardır. Bu noktada ağrıya bağlı olarak ortaya çıkan depresyonla çeşitli psikiyatrik hastaların sonucu olarak ortaya çıkan ve ağrı biçiminde tezahür eden şikayetleri birbirinde ayırmak gerekir. Çünkü uzun süre yani kronik olarak ağrı çeken bir insanda depresyon sebep değil, sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ağrının yol açtığı depresyonun aynı zamanda ağrılı hastalarda ağrıyı daha da şiddetlendirdiği de yine bilinmektedir.

Depresif kişiler ağrıya karşı daha hassastır. Depresyon ve umutsuzluk kişinin tedaviye cevabını etkilemekte ve hekim-hasta ilişkisini bozmaktadır. Kronik ağrılı hastalarda bu emosyonel ve psikolojik bozuklukların mutlaka gidirelmesi gerekir. Kronik ağrıdan yakınan hastalar sürekli olarak hekimlere çeşitli sıkıntılarını dile getirmeye çalışırlar. Bu sıkıntılar ile hastadaki bir psikiyatrik bozukluk sonucu ortaya çıkan durumun birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Ağrı genellikle daha önce de belirtildiği gibi bir hastalığın ya da tehlikenin işaretidir. Kronik ağrıda ise durum daha farklıdır. O yüzden kronik ağrıda ortaya çıkan sıkıntı geçmez. Uykusuz geçen geceler,zihninsürekli olarak hastalıkla meşgul olması ve toplumsal aktivitenin gün geçtikçe azalması insanda kişilik değişikliklerine yol açar. Neşeli, dışa vurumcu bir insan zamanla içine kapanık bir duruma gelir. Hasta huysuz, sinirli, arkadaşlarına önem vermeyen agresif bir kişiliğe bürünür. Hastalarda depresyoni, anksiyete, nöroz gibi bozukluklarla seyreden ağrılarda çeşitli psikolojik girişimler kullanılarak hastanın bu yönden de desteklenmesi gerekir. Kronik ağrılı hastada en önemli noktalardan bir tanesi hastanın ağrısının gerçek olarak kabul edilmesidir. Hastayı hekim dinledikten sonra “sende büyük bir bozukluk yok, ağrının temel nedeni psikolojik” şeklindeki yakıştırma hastanın tedavisine değil, tam tersi tedavi edilemesine yol açmaktadır. Hastadaki psikoljik bozuklukları daha da ön plana geçirmektedir. Hastanın emosyonel ve psikolojik durumunun küçümsenmesi ile ağrının küçümsenmesi aynı anlamdadır. Çünkü ağrı, o insanın yaşamının bir parçası haline gelmiştir ve ilgilenilmesini, düzeltilmesini istemiştir. Buna karşın, çeşitli psikiyatrik bozukluklarda da hasta bu bozuklukları nitelendirebilmektedir. Bütün kronik ağrılı hastalar arasında % 10-20 oranında rastladığımız bu duruma somatizasyon adı verilir. Üzerlerindeki toplumsal baskının çok yüksek olduğu iş adamlarında, üst düzey yöneticilerinde, evde ortamın tekdüzeliğinden sıkılan ev hanımlarında, büyük sınav yükü altında kalan, kurslara giden öğrencilerde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu hastalarda en ufak bir organik patolojik bozukluk olmamasına rağmen vücutlarının çeşitli bölgelerinde geçmeyen ağrılardan yakınırlar ve hekimden hekime koşarlar. Bu hastalarda kullanılan ağrı kesiciler genellikle bir işe yaramadığı gibi, hastanın zaten bir psikolojik psikiyatrik bir bozukluğa bağlı olan durumunu daha da kötüleştirir. Bu tip hastalarda tanının doğru konması tedavide en önemli ilk adımdır. Aksi takdirde hastanın basit bir ağrılı hasta gibi ele alınması durumunda hastada yarar sağlanamaz.

Ağrılı hastalarda birçok yöntemin yanı sıra bu tip ağrılı durumlarda psikolojik faktörler de kullanılmakta ve psikolojik girişimler tedavi yöntemleri de uygulanmaktadır. Bu uygulanan psikolojik yöntemlerin dört ortak özelliği vardır. Birincisi; hastaya, diğer hastaya göre farklı bir kavram ortaya çıkarmasıdır. Yani kavramlaştırma yapmasını sağlamaktadır. Ağrının insanın kafasında bir kavram haline getirilmesi sağlanmaktadır. Ağrı karşısında kendisini korumasını sağlamasına yönelik olarak yeni uygulamalar yapılmaktadır. Yeniden kavramlaştırma dönemi hastaya ağrı deneyimi karşısında bir noktada müdahale etmesini sağlama şeklinde ele alınabilir. İkincisi, her bir yöntem hastanın umudunu arttıran moral bozukluğuna karşı savaşan ve vücudundaki kaynakları yeniden kullanmaya yönelen bir özellik taşımaktadır. Üçüncüsü, hastanın tedavi sürecine aktif olarak, etkin olarak katılımını ve sorumluluk almasını sağlamaktır. Dördüncüsü, hastanın var olan kaynakları daha iyi değerlendirmesini ve yeniden yeteneklerine kavuşmasını öğrenmeye yöneliktir. Bunları sağlayabilmek için hastanın çevresel koşullarının değiştirilmesi de önemlidir. Hastanın çevresinde ağrıya neden olan ya da ağrıyı anımsatan davranışlar değerlendirilmeli ve hasta etrafındaki kısıtlamaların kaldırılmasına çalışılmalıdır. Hastaya sağlıklı bir insan gibi davranılmalı ancak, korumalı olarak da hasta değerlendirilmelidir. Psikiyatrik bozukluklara bağlı olan hastalarda, hastanın mutlaka bir psikiyatrist tarafından görülmesi, bir psikolog tarafından sürekli olarak gözlenmesi şarttır.


Kronik Ağrı Nedir?

Kronik ağrı insanın uzun süre hareket etmemesine buna bağlı olarak gücünü ve etkinliğini yitirmesine yol açar. Sonucunda da insanlar yapmak istediklerini bırakırlar, amaçlarını azaltırlar. Amaçların azalması, özlemlerin kısıtlanması hastada bezginliğe ve depresyona yol açar. Çünkü, yeterince üretken olamamak ve beklentilerini yerine getirememek ve artık hiçbir zaman sanki eskisi gibi olamama düşüncesi ile karşı karşıya kalırlar. Bunun sonucunda da eğer ağrının şiddeti çok fazla olmasa bile insanlar, daha fazla ağrı çeker hale gelirler. Geçmişte ağrılı olmayan birçok uyaranların ağrılı hale geldiği görülür. Öyle ki, hasta daha çok kendini kısıtlamaya başlar. Ağrının sonucunda insanların çevresiyle ilişkileri değişir, çevreliyle olan bağlantıları bozulmaya başlar. Öncelikle aile içerisinde ağrılı hasta kendini önce ailesinden sonra da toplumdan soyutlamaya başlar ve sonuçta tamamen bezgin, toplumdan uzaklaşmış, depresyon içerisinde yeni bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bu da hastanın hekimden hekime koşmasına, nerede ne duyarsa uygulamasına ve tam anlamıyla çaresizlik içerisinde yanlış yollara başvurmasına yol açar. Toplumun içerisinde ağrılı hastaların bu şekilde ne yazık ki birtakım sağlık mensupları tarafından da kolaylıkla sömürüldüğü bilinmektedir. Çünkü ağrılı hasta bir an önce yaşamını zindana çeviren bu bozukluktan kendini kurtarmaya çalışmakta ve ne duyarsa uygulamaya çalışmaktadır. Atalarımızın deyimi ile "denize düşen yılana sarılır" misali birçok yanlış tedavi uygulanır. Bu tedavilerin sonucunda hasta hem maddi hem de zaman kaybına uğrar. Bu maddi kayıplar zaman zaman inanılmayacak boyutlara ulaşmaktadır.

Kronik ağrının tanısı zor olduğu için tedavisi de aynı şekilde zordu. Bu nedenle, birtakım çalışması ile ele alınması gerekir. Bu hekimlerden oluşan grubun tıbbi, fiziksel iş ve duygusal gereksinimlerinizi dikkate alması lazımdır. Bu noktada bir uzmandan diğerine koşmak,bir hekimden bir hekime gitmek genellikle çözüm değildir. Hastaların, bu yanlışının yanı sıra hekimler de aynı yanlışa düşmekte ve hastaları sadece kendi uzmanlık dallarının bakış açısından değerlendirip tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bu da hastalarda, hem zaman hem de maddi kayba yol açmaktadır. Çoğu kez tek bir tedavi aynı hasta grubuna uygulanmaya çalışmakta, kiminde yararlı olmakta, kiminde ise yararlı olmamaktadır. Bu da hastanın ayrıntılı olarak hem tıbbi, hem fiziksel, hem de emosyonel yönen değerlendirilmesi gerekir. Hekim sadece ağrılı hastanın ağrıyı gerçek olarak kabul etmesinin yanı sıra ağrı tedavine kendisinin de katılması ve birlikte çaba göstermesi gereklidir. Ağrının tanımına sonuç olarak baktığımızda, ağrını eşik değeri oluşturan yani geçmişteki tüm deneyimleri kapsayan özellikleri de kullandığını görüyoruz. İnsanoğlu, aldığı eğitim, kültür, dini inançları ve bulunduğu yere göre birçok olayları değerlendirir. Aynı şekilde ağrıyı değerlendirir. Vücut ışık, ses, koku gibi birçok duyuyu algılar. Ağrı duyusu ise bu alışılagelmiş duyuların biraz daha dışındadır. Bazen dışarıdan gelen bir uyaran bazen içerdeki bozukluklar ağrıya yol açar. Dışarıdan gelen uyaranlar örneğin bir trafik kazası, kurşunlanma gibi, durumlarda ağrının mekanizmasını açıklamak kolaydır. Birçok ağrı bu gruba girer. İkinci grup ağrılar ise, vücudun içerisinden kaynaklanan, içerdeki organlardan, sinirlerden, damarlardan kaynaklanan ağrılardır ki, işte tanısı ve tedavisi zor olan bu gruptaki ağrılardır.



Hiç yorum yok: