28 Ağustos 2007 Salı

Ağrı Tanımı

Ağrı Tanımı


Ağrı, 1979 yılında şu anda dünyada Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan (WHO)Z sonraki en büyük tıp teşkilatlarından birisi olan Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır. "Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayanözler bir duyudur". Bu cümle, ağrının aslında bizim bütün yaşantımızı, yaşamımızı içeren bütün özellikleri kapsamaktadır. Birinci özelliği, ağrının vücudun belli bölgesinden kaynaklanmış olmasıdır. Vücuttaki bir tahribat, bir zarar bu ağrıyı başlatmaktadır. Bu anlamda ağrı, bir uyarı sistemi olarak görev yapmaktadır. Yani hastanın hekime gitmesini sağlayan en önemli bir uyarıdır. Hiç kimse çoğu kez insanlar tansiyonlarının yükseldiğini, şeker düzeyinin yükseldiğini, hatta hatta nabızlarının hızlandığını bile fark etmeyebilirler. Ama ağrı, onları çok daha önce uyarır ve bir bozukluğun ifadesidir. Ancak bu özellik, her zaman bugün tıpta kullanılan çeşitli tanı yöntemleriyle görülemeyebilir. Örneğin; bir migrende ya da nevralji adını verdiğimiz çok şiddetli, dayanılması mümkün olmayan ağrılarda ister bilgisayar tanı yöntemleri Örneğin; MRI, bilgisayarlı tomografi olsun ya da başka yöntemlerle bir bozukluk saptanamayabilir. Özellikle uzun süren butip ağrılarda, hastaya hemen ağrısının psikolojik kökenli ağrı olduğunu söylemekten daha yanlış bir şey yoktur. Çünkü, tıbbın bugün geldiği nokta ile bundan 30 yıl öncesini düşündüğümüzde bugün gerçek olarak kabul edilen birçok hastalığın da geçmişte sadece psikolojikmiş gibi değerlendirildiğini biliyoruz. O yüzden, ağrının birinci özelliği organik bir nedene yani bir tahribata bağlı olup olmaması değil, hastanın bunu ağrı olarak nitelendirmesidir. Hastanın ağrısı öncelikle hekimler tarafından gerçek olarak ele alınmalı, daha sonra bu gerçekliğin boyutları ve derecesi araştırılmalıdır. Ağrının diğer ikinci özelliği, geçmişte insanın yaşadıkları ile doğrudan bağlantısı olmasıdır. Hepimiz çeverimizdeki insanların çeşitli ağrılı olaylara karşı davranışlarının farklı olduğunu biliriz. Kimisi daha dayanıklı, kimisi ise daha dayanıksızdır.

Ağrı eşiği adı da verilen bu durum vücudun bir özelliği olarak karşımıza çıkar. İşte bu özelliğin belirlenmesinde insanın kültürel özellikleri, yaşam biçimi, bulunduğu çevre, aldığı eğitim, cinsiyeti, dili, dini ve birçok diğer inançları da etkili olmaktadır. Bu özellik, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye, cinsiyetten cinsiyete göre farklılık gösterebilir. Çünkü sonuçta ağrı, beyinde algılanan ve beyinde çözümlenen bir olaydır. Ağrının beyinde çözümlenmesi aynı toplumsal olayların ya da diğer duygusal olayların çözümlenmesi gibi olur. İnsanların olayabakışı, toplumsal olaylara kişisel olaylara bakışı ile, ağrıya bakışı arasında çok büyük paralellikler vardır. O yüzden de, insanlar ağrıyı farklı farklı algılarlar. Diğer bir özeliği ve son özelliği işte bu yüzden ağrının kolaylıkla ölçülemeyen öznel, kişisel bir duygu olmasıdır.

Ağrı, sonuçta başta beyin olmak üzere vücudun birçok sisteminin içine girdiği ve değerlendirdiği çok karmaşık bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olay o kadar karmaşıktır ki artık ağrı çeken bir insanın beyni daha farklı çalışan, olayları daha farklı algılayan ve hatta hatta yaşam biçimini bile değiştiren bir hale gelmektedir. Ağrılı olayda nasıl insan kaçma, kurtulma gibi birtakım hareketlerle işlem yaparsa, ağrının uzaması ondan birtakım kişilik değişikliklerine, birtakım farklı bozukluklara da yol açabilmektedir. Hastada ani başlayar ağrılarda nasıl terleme, kan basıncının yükselmesi ya da düşmesi, nabızda hızlanma, solunum hızlanması gibi değişiklikler ortaya çıkmışsa uzayan ağrılarda da toplumdan uzaklaşma gibi birtakım farklı olaylar da yine karşımıza çıkmaktadır. Ağrılı hastada ister istemez insan etkinliklerini kısıtlar. Aslında bu da ağrının daha kötüleşmesine yol açan ve bir kısır döngü oluşturan özelliktir. İşte insan bir kez bu tuzağa yakalandı mı ağrının kısır döngüsü içine girer. Bukısır döngünün birinci özelliği, inaktivite hareketsizliktir.

Vücut Ağrıyı Nasıl Algılar?

Vücudun çeşitli bölgelerinde ısı, çeşitli kimyasal uyaranlar, basınç, iğne batması, sıcak-soğuk gibi etkenlere karşı uyarıcı algılayıcılar vardar. Aynı şekilde vücudun çeşitli bölgelerinde ağrıyı algılayan böelgeler de vardır. Bunlar, iğne batmasını, bıçak saplanmasını ve benzer şeyleri farklı farkıl algılarlar. Bu algılayıcılar tarafından algılanan farklı uyaranlar sinirler aracılığıyla öncelikle omuriliğe iletir. Omurilik geçmişte sadece basit bir iletim durağı olarak algılanırken artık tam tersi ağrının vücutta durdurulmasına yarayan bir organ olarak kabul edilmektedir. Ağrılı uyaran omurilikte beyinden çeşitli durdurucu uyaranlar ve vücudun salgılandığı aralarında morfine de benzeyen çeşitli maddelerin de bulunduğu maddeler tarafından omurilikte durdurulmaya çalışılır. 1965’lerde bulunan bu buluş son derece önemlidir. Çünkü daha sonra bulunan ve bugün artık yaygınlıkla kullanılan morfin pompaları, omurilik pilleri gibi yeni ağrı kontrol yöntemleri bu buluşa dayanır. Doğrudan doğruya omuriliğe müdahale ederek, geçmeyen birçok ağrının başta kanser ağrıları olmak üzere durdurulması artık mümkün olabilmektedir.

Omurilik beyinden gelen uyaranlar ve salgılanan çeşitli maddelerle ağrıyı kontrol altına alamadığı takdirde ağrılı uyaran beyine doğru iletilmeye başlanır. Ve beyinde özellikle korteks adını verdiğimiz beynin en dış bölümünde algılanır. Ağrı burada ilk değerlendirmeden, ilk süzgeçten geçer. İşte burada kişinin daha öncesi deneyimleri yaşam biçimi, eğitimi, kültürü bütün yaşamını kapsayan olaylar ağrının algılanmasında rol oynar. Ancak algılanmasıyla yine ağrı hemen başlamaz. Vücut burada da ağrıyı kontrol altına almak üzere çeşitli kimyasal maddeler salgılar. Endorfin adını verdiğimiz ve kimyasal yapısı morfine çok benzeyen bu maddeler beyinde de ağrıyı durdurmaya çalışır. Bu maddelerin, vücut tarafından salgılandığının bulunması daha önce açıklanamayan ve hayret uyandıran ve çeşitli dini görüşlerle açıklanmaya çalışılan çeşitli ağrılı olaylara da açıklık getirmiştir. Örneğin; ağrıya karşı vücuduna şiş saplayan, ateşte yürüyen birçok insanların neden acı çekmediği bu kimyasal maddelerin salgılanması ile önemli ölçüde açıklanabilmektedir. Bütün kontrol sistemleri ağrıyı durduramadıkları takdirde vücut artık ağrıyı hisseder hale gelir. Bu yukarıda sözü edilen ağrı şeması daha çok darbe, yanık, trafik kazası gibi nedenlere göre yapılmış olan bir ağrı tanımlamasıdır. Vücuttaki birçok ağrı ise bu mekanizmalarla ne yazık ki açıklanamamaktadır. Çünkü, beyinde nereye kadar ne olduğu hala tam bilinmemektedir. Ağrılı uyaranlar, uzun bir yol izleyip önce sinirlere oradan omuriliğe ve beyne geldikten sonra, beynin talamus ve hipotalamus adını verdiğimiz çeşitli bölgelerinde de algılanırlar. Burada bu algılanma sırasında ağrı ile beraber ortaya çıkıan başka bozukluklar da açıklanabilmektedir. Örneğin; ağrılı hastaların çoğunda hastanın tansiyonu yükselmekte, nabzı atmakta, sık sık idrara çıkmakta, bulantı-kusma gibi bulgular ortaya çıkmakta, hastanın şekeri yükselebilmektedir. İşte bütün bunlarda yine beyindeki birtakım faktörlerin işin içerisine girdiği düşünülmektedir.

Çeşitli çevresel durumlarda ağrılı uyararının algılanmasında işe karışırlar. Vücudun değişik biçimlerde davranışsal olarak verdikleri cevaplarda emosyonun yani ruhsal durumun rolü de büyüktür. Ağrıda diğer hoşa gitmeyen etkenler gibi bir reaksiyon ortaya çıkar. Bunun tam tersi ise memnuniyet ya da neşedir. Ağrılı uyaran iletilirken elbette ki beyinde duygusal olarak birtakım bozukluklar ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak da ağrılı uyaran beyinde kodlanmış olur. Bu kod o zaman o kadar önemlidir ki, o kolu bacağı kesilen insanlarda da yine ağrı olan bölgede ağrı hissedilir. Yani “hayalet ağrısı” adını verdiğimiz hastada, olmayan yerde ağrının ortaya çıkma durumu belirir. Beyin, iyi ya da kötü çeşitli deneyimleri sembollerle algılar ve kaybeder. Bu kayıt örneğin; iğne batması, yanma gibi farklı farklı olabilir. Sonuçta, insan beyni ağrıyı iğne batması, bıçak saplanması, kırık gibi farklı farklı algılar halene gelir.


Genel Kronik Ağrı Sıklığında Cinsiyet Farklılıkları

Başağrıları
Migrenin ergenlik döneminde kız çocuklarında erkek çocuklarına oranla daha sık görüldüğü belirlenmiş. Yaş arttıkça aradaki fark giderek azalıyor. Auralı migren (klasik migren) kadınlarda daha sık görülürken, aurasız migren (basit migren) erkeklerde daha sıktır. Ayrıca, bazı migren tipleri kadınların hormonal dönemleriyle doğrudan ilişkili. Adetlerin başlangıcında hormonal değişimle birlikte migren atakları artıyor. Buna menstrüasyona bağlı migren adı veriliyor. Sadece adet döneminde migren ağrısı hisseden hastalar da bulunuyor.
Gerilim tipi başağrıları, çene ekleminden kaynaklanan ağrılar, oksipital nevralji, trigeminal nevralji gibi baş bölgesi ağrıları kadınlarda daha sık görülüyor. Bununla beraber küme başağrısına erkelerde daha sık rastlanıyor.
Bel ve kol bacak ağrıları
Bel ağrıları sıklığında kadın ve erkekler arasındaki ağrı sıklığı farkı, kadınların da aktif çalışma hayatına giderek daha fazla katılımı ile azalıyor. Tabi bunda kadınlar arasında sigara içiminde artış, hamilelik gibi etkenlerin de rolü var. Kadınlarda el bilek kanalı sıkışmasına, adalelere (piriformis sendromu, miyofasyal ağrı sendromu), toplardamar hastalıklarına (varis) bağlı ağrılara daha sık rastlanıyor. Erkeklerde ise daha çok atardamar yetmezliklerine bağlı ağrılar gözleniyor. Ayrıca, fibromiyalji sendromu, romatoid artrit, multipl skleroz, lupus eritamatozis, yemek borusu yangısı, intertistiyel sistit, kronik kabızlık gibi ağrılı seyreden rahatsızlıklar kadınlarda daha yaygın gözleniyor. Pankreas hastalığı, mide ülseri, zona ağrıları erkelerde kadınlardan daha çok görülüyor.

Kadınlar Ağrıya Daha Dayanıklı

Ağrı kişisel bir kavram. Her birey bu sözcüğün anlamını yaşamı boyunca edindiği deneyimlerle kavrıyor. Ancak her iki cinsiyette de farklı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörler değişik ağrı deneyimlerine neden oluyor. Acıbadem Ağrı Tedavi Merkezi’nden Prof. Dr. Süleyman Özyalçın "Ağrı vücudun belirli bir bölgesinden kaynaklanan, bir doku hasarına bağlı olan veya olmayan, insanın geçmişteki deneyimleri ile ilgili hoş olmayan, duyusal bir histir. Tekrarlayıcı ağrı yakınmaları bakımından kadın ve erkek cinsleri arasındaki farklılıklar ergenlik çağı döneminde başlar ve erken yetişkinlik döneminde sürer. Çocukluk çağında da cinsiyet farklılıklarına bağlı ağrı şikayetleri olabilir. Genellikle kız çocukları, ailenin ilk çocukları ve alt sosyo-ekonomik sınıfların çocuklarında ağrı yakınmaları daha fazladır ve bu psikolojik bir olaydır. Erkek çocuklar ise ağrı yakınmalarını daha iyi kontrol altına alırlar" dedi.
Kadınlar ve erkekler farklı ağrılar yaşıyor
Ağrı konusunda kadın ve erkek arasındaki farklıkların üç temel sebebi bulunuyor: Hormon ve organ farklılıkları, kültürel ve toplumsal rollerdeki farklılıklar ve adale farklılıkları.
Kadınların cinsiyet organları ve hormonal değişimleri farklı ağrı deneyimlerine yol açıyor. Kadınların çoğu adet ağrısı, yumurtlama ağrısı, gebelik ve doğum ağrısı gibi patolojik olmayan nedenlere ait ağrılar yaşıyor. Tüm genç kızların yaklaşık yüzde 50’si erken ergenlik döneminde adet ağrısı deneyimine sahip. Geç ergenlik döneminde ise bu oran yüzde 75’e ulaşıyor. Geç ergenlik ve erken yetişkinlik çağında ağrıların şiddeti daha da artıyor.
Değişen kadın erkek rollerinin ve yaşamdaki biçimlerinin ortaya çıkardığı durumlar da ağrı üzerinde çeşitli etkilere sahip. Örneğin bu yüzyılın başında, bel ağrılarının erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğü kabul edilirdi. Ancak endüstriyel toplumların hızlı gelişimi sonucunda kadının iş hayatına ve üretime giderek daha aktif katılması, bel ağrıları konusundaki kadın erkek farklılığını ortadan kaldırdı. Kadın adalelerinin daha zayıf, erkek adalelerinin ise daha güçlü olması ise bazı ağrıların kadınlarda daha fazla ya da daha sık görülmesine neden olabiliyor.
Kadınların ağrı deneyimi daha fazla
Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörler ağrının algılanması ve ağrılı duruma ilişkin davranışlardaki farklılıklarda da etkili bir rol oynuyor. Acıbadem Ağrı Tedavi erkezi’nden Dr. Selçuk Dinçer, "Beyindeki kimyasal, metabolik, fiziksel ve hormonsal değişiklikler; ağrı algılaması, iletimi ve duyarlılığı bakımından her iki cinste farklılığa yol açmaktadır. Deneysel araştırmalara ait bilgiler, biyolojik faktörlerdeki değişikliklerin kadınlarda baş ağrısı ve migren şikayetlerinin daha sık olmasına neden olduğunu düşündürmektedir. Psikolojik ve sosyolojik faktörler ağrının algılanması ve ağrılı duruma ilişkin davranışlardaki farklılıklarda etkilidir" diye açıkladı.
Psikolojik ve sosyal nedenler
Kadın ve erkek arasında ağrının algılanması bakımından farklılıkların psikolojik ve sosyolojik açıdan iki önemli nedeni var: Birincisi kadın ve erkeğin yaşamları boyunca farklı ağrı deneyimlerine sahip olması, ikincisi ise kadın ve erkeğin toplumda kendilerinden beklenen farklı sosyal rollerinin olması. Cinsiyetle ilgili farklı sosyal beklentiler ağrıya tepkiyi de belirliyor. Dolayısıyla ağrılar karşısında erkek ve kadın, aralarındaki farklı sosyal rol nedeniyle farklı tutum izliyor. Kadın ağrı duyduğunu rahatlıkla dile getirip doktora başvururken; erkek bu konuda kadına oranla daha çekingen ve kendini saklamaya meyilli oluyor. Bu, kadının toplumdaki rolüyle ilgili sosyo psikolojik bir farklılık. ‘Kadın, sosyal sorumlukları gereği ağrısının bir an önce geçmesi için tedavi yolu ararken; erkek, ağrısının olduğunu belirtmekten bile kaçınmaktadır’ diyen Prof. Dr. Özyalçın, kadınların erkeklerden daha çok ağrı yaşadığı yanılgısının kaynağında kadınların ağrıyı daha çok dile getirmesinin yattığını kaydetti.
Kadınlar ağrıya daha dayanıklı ve dirençli
Kadınların ağrıya erkeklerden daha dayanıklı ve dirençli olduğunu söylemek de mümkün. Bunun bir nedeni, kadınlarda östrojen gibi bazı hormonların ağrıdan koruyucu özelliklere sahip olması. Yapılan araştırmalara göre kadınların, örneğin ameliyat sonrası ağrılarda daha az ağrı kesici kullandığı ortaya çıkmış. Ancak erkeklik hormonlarının da ağrı giderici etkileri olduğuna ilişkin araştırmalar da bulunmaktadır. Kadınların ağrıya daha dirençli olmalarının önemli bir nedeni de ağrı konusunda daha deneyimli ve daha hazır olmaları. Özellikle doğum yapmış kadınların doğum ağrısı deneyimi ve pek çok kadının adet ağrısı deneyimi kadınların erkeklere oranla ağrıya daha dirençli olmalarını sağlıyor.




Ağrı Tedavisi Yöntemleri

Ağrı Kesiciler, Analjezikler
Ağrı kesiciler, ya da tıptaki kullanıldığı ismiyle analjezikler ağrı kontrolünde kullanılan ilaçlardır. Analjezik, ağrısızlık anlamında kullanılan bir sözcüktür. Ağrı kesiciler, insanların günlük yaşamlarında belki de en sık kullandıkları ilaçlar içerisinde gelmektedir. Bu yüzden de yine analjeziklerin antibiyotiklerle birlikte en çok yanlış kullanılan ilaçların içerisinde yer aldığı bilinmektedir. Ağrı kesicilerin gelişigüzel hekime danışılmadan alınması durumunda birçok yan etkiler, ölüme kadar varabilen tıbbi bozukluklar ortaya çıkabilir. Ağrı kesicilerin doğru kullanılmaması sonucunda karaciğer ve böbrek yetmezlikleri, mide ve bağırsak kanamaları, nefesin durmasına kadar ve beyinde tahribata kadar önemli bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Ağrı kesicilerin insanın normal yaşamında kullanmadığı birer zehir olduğunun akıldan çıkartılmaması gerekir. Ağrı kesicilerin gelişigüzel kullanılmasının diğer bir sakıncası da işe yaramamasıdır. Çünkü ağrının belirli bir mekanizması, ortaya çıkış biçimi vardır. Aynı şekilde ağrı kesicilerin de etkileme biçimi vardır. Her ikisinin birbiriyle çakışmadığı durumlarda ağrı kesicilerin boşuna verilmesiyle karşı karşıya kalırız. Örneğin; zona ağrısı dediğimiz ağrılarda ne aspirin, ne morfin gibi ağrı kesicilerin bir işe yaramamasına rağmen antibiyokrasan ismi verdiğimiz çeşitli psikolojik ilaçlar daha etkili olabilmektedir.

Ağrı kesiciler, başlıca üç grup halinde incelenebilir. Birincisi, doğrudan doğruya beyindeki ağrı algılanmasını değiştiren ilaçlardır. Bu grubun en önde ilacı morfindir. Beyni doğrudan doğruya etkisi altına alan morfin vediğer ilaçlar ameliyat sonrası ağrılarda, kanser ağrılarında, çeşitli iç dokulardan kaynaklanan şiddetli ağrılarda kullanılabilir. Morfin ve benzeri ilaçların kullanımı sırasında dikkat edilmesi gereken önemli noktalar vardır. İkinci grup ilaçlar ise daha çok kas-iskelet sisteminden kaynaklanan ağrılarda kullanılan aspirin ve benzeri ilaçlardır. Üçüncüsü ise, gerçekte ağrı kesici sınıfına girmeyen ancak ağrı kesicilerle birlikte ya da yalnız başlarına ağrı kontrolunda etkili olarak kullanılabilen ilaçlardır. Bunlara ikincil ağrı kesiciler ismi de verilebilir. Kortizon, çeşitli kas gevşeticiler, tansiyon düşürücüler, antidepresanlar, sakinleştiriciler bu grup içerisinde ele alınabilen ilaçlardır. Doğrudan doğruya beyini etkileyen morfin ve benzeri ilaçlar ya da narkotik ilaçlar uyuklama, uyuşukluk gibi özellikler yarattıkları için bu ismin verildiği ilaçlardır. Morfinin ve diğer ilaçların etkili olmalarının yanı sıra birçok yan etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu yan etkilerin başında bağımlılık ve alışkanlık gelir. Bağımlılık ve alışkanlık ister hastada olsun, ister hekimlerde olsun aralarında kullanımda çeşitil zorluklara ve korkulara yol açmaktadır. Morfin, afyon bitkisinden elde edilen bir ilaçtır. Afyon sakızı içerisinde sadece morfin değil, 20’den fazla benzer madde vardır. Morfin ve benzeri ilaçların etki mekanizmaları ile ilgili olarak son yıllarda çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Morfin ve diğer narkotiklerin beyin, omurilik ve vücudun çeşitli bölgelerinde bulunan algılayıcılar tarafından algılandığı ortaya konmuştur. Bu son derece önemli bir buluştur. Çünkü, bu algılayıcıların da değişik özellikleri vardır. Örneğin; morfinin kabızlık etkisi bir algılayıcı tarafından yönlendirilmektedir. İşte bu yüzden önümüzdeki dönemlerde geliştirilecek olan çeşitli morfin ve morfine benzer ilaçların sadece ağrı kesici özelliklerini saptamak ve ona göre ilaç geliştirmek de yine mümkün olabilecektir. Morfin ve diğer narkotik ilaçlar değişik biçimlerde uygulanabilir. Bunlar cilde sürmekte, damara, kasa cilt altına verilmek ya da son yıllarda uygulandığı biçimde morfin pompaları aracılığı ile doğrudan omuriliğe verilebilirler.

Morfinin omurilik ve beynin içerisine verilmesi ile ağızdan alma miktarı % 1’ine kadar düşürülebilmesi mümkün olmaktadır. Morfinin ağrılı ve ağrısız hastalarda farklı etkiler gösterdiği de bilinmektedir. Ağrılı hastalarda morfin ağrı kesici etkisi önce çıkarken ağrısız hastalarda kolaylıkla alışkanlık ortaya çıkabilmektedir. Morfin ve benzeri ilaçların ağrılı hastalarda alışkanlık yapmadığı Dünya Sağlık Teşkilatı’nın 40.000 hasta üzerindeki araştırmasıyla ortaya konmaktadır. Morfin ve benzeri ilaçların sadece ağrı kesici özellikleri de vardır. Özellikle yaşlı hastalarda solunumun bozulması, idrarda ve dışkılama hislerinde tutukluk ve kabızlık gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Morfin ve benzeri birçok ilaçlar aynı zamanda öksürük ilacı olarak da kullanılmaktadır. Morfin ve benzeri ilaçları kullanırken dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Bunların başında, daha önce de belirtildiği gibi morfinden korkulmasını gerek yoktur. Bilinçli bir biçimde kullanıldığı takdirde morfin alışkanlık ve bağımlılık yapmaz. Ancak elbette ki morfinin hekim kontrolünde ve hekim önerisi ile kullanılması şarttır. İkinci önemli özelliği morfinin her ağrıyı kestiği şeklindeki düşünce de yanlıştır. Morfinin de kesemeyeceği çok daha basit ağrı kesicilerle düzeltilebilen durumlar da olabileceği bilinmelidir. İkinci grup ağrı kesiciler ise, aspirin ve benzeri grup ilaçlardır. Bu gruptaki ilaçlar genellikle günlük yaşamdaki birçok ağrıda hekim kontrolü dışında kullanılmaktadır. Gelişigüzel ve yanlış olarak kullanılan ağrı kesiciler aslında bu gruptaki ağrı kesicilerdir. Bu gruptaki ilaçların kullanımında birçok yan etki ortaya çıkabilmektedir.

Aspirin ve benzeri ilaçların özelliği dokunun çeşitli yerlerinde, eklemlerde, kaslarda bulunan inflamasyan yani yangıya karşı da etkili obabilmeleridir. Bu gruptaki ilaçlar genellikle orta güçte ağrı kesiciler olarak kabul edilirler. Çeşitli baş ve diş ağrıları ve eklem ağrılarında kullanılırlar. Değişik şiddetle olmak üzere bu gruptaki ilaçların tümü mide yakınmalarına neden olurlar. Sindirim bozukluğu, yanma, bulantı ve kusmadan ülsere kadar birçok mide sorunu ortaya çıkabilir. Sağlıklı kişilerde bir sorun oluşturmasına rağmen kalp yetmezliği kronik karaciğer yetmezliği ve böbrek yetmezliği gibi durumlarda bu ağrı kesiciler verilirken dikkat edilmelidir. Bu gruptaki ilaçlarda diğer önemli bir nokta tavan etkisi ismi verilen durumdur. Tavan etkisi, örneğin; bir hastada üç aspirinin etkili olmaması durumunda altı aspirinin de sadece zarar vermekten başka bir işe yaramaması anlamındadır. Bu yüzden bu gruptaki ağrı kesicileri kullanan hastaların kendilerini mutlaak iyi gözlemeleri ve iki-üç ilaç aldıktan sonra ağrıları hala geçmiyorsa, mutlaka ve mutlaka o ana kadar hekime başvurmamışlarsa doğrudan hastaneye gitmeleri gereklidir. Çünkü 7-8 tane, 10 tane ağrı kesici alınarak daha iyi sonuç almaları mümkün olmayacaktır. Üçüncü gruptaki ilaçlar ise ikincil ağrı kesiciler dediğimiz ve son yıllarda son derece önemle kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçlar ağrı kesicilerin etkisini artırmak için kullanılabildiği gibi, kendi başlarına da ağrı kesici özellik taşıyabilir. Çeşitli antidepresif ilaçlar, kas gevşeticiler, damar açıcılar, hormonlar, hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçlar bu grupta sayılabilir. Her gün bu gruba yeni yeni ilaçların da eklendiği bilinmektedir.

Ağrı kesicileri kulanırken çok dikkatli olunması gerekir. Analjeziklerin gelişigüzel kullanımı sonucu hem gereksiz tüketim, hem ilaç bağımlılıkları hem de ilaç zehirlenmeleri başgöstermektedir. Bir ilacın etkisini yalnız prospektüslerde yazılan bilgi ile sınırlı olmadığının mutlaka bilinmesi gerekir. Her ilacın etkisinin hastadan hastaya farklılık gösterdiği unutulmamalıdır. Çünkü her insan başlıbaşına ayrı bir varlıktır. Örneğin; baş ağrısından yakınan bir hastanın kilosu, yaşı, cinsiyeti, daha önce geçirdiği hastalıklar, hatta annesinin, babasının geçirdiği hastalıklar bile ilaçlara karşı ortaya çıkacak olan cevaplarda, reaksiyonlarda farklılık oluşturur. İşte bu yüzden de aneljeziklerin gelişigüzel kullanımı doğru değildir. Analjeziklerin kullanımında hastaların dikkat etmesi gereken belirli ilkeler vardır. Analjezikler bu ilkeler ışığında kullanıldığı takdirde çok daha etkili olabilmektedir. Birinci ilke, analjezik kullanım sıklığının hastadan hastaya ayrı ayrı düzenlenmesidir. Örneğin; çünkü her hastada ağrı şiddeti farklıdır ve bir tablet aspirinin örneğin; kemik ağrısındaki etki süresi ile kanser ağrısındaki etki süresi farklı olacaktır. Birinde 6 saat etkiliyken, öbüründe 12 saat bile etkili olabilir. O yüzden her hastada doz ayarlaması yapılırken, hastanın ilacı bir kez, iki kez alması ağrı başlayana kadar geçen süreyi dikkatle ayarlaması, kontrol etmesi gerekir. Bu dönem içerisinde ilacı etkili olup olmadığını ya da yan etkilerinin olup olmadığının ya da yan etkilerinin olup olmadığının belirlenmesi gerekir. İkinci önemli ilke, analjeziklerin yemek saatlerini göre değil, hastada ortaya çıkan etki süresine göre verilmesidir. Çünkü yemek saatleri aslında hiç de düzenli olmayan aralıklarla 4-8-12 saatlik aralıklarla yenmektedir. Bu nedenle genellikle hastaların ağrılarının düzensiz ağrı kesici almaya bağlı olarak da arttığı bilinmektedir. Ağrı kesiciler ayarlanan süre içerisinde belirli aralıklarla verilmelidir. Üçüncü önemli ilke, ağrı kecilerin artık düzenli aralıklarla ama ağrı başlamadan verilmesidir.

Genellikle en çok yapılan yanlışlardan biri analjiziklerin her seferindre ağrı en üst noktaya geldiğinde artık dayanılmaz olduğunda verilmesidir. Bu bir anlamda ağrı tedavisine her seferinde sıfırdan başlamak gibidir. Halbuki tansiyonu yüksek olan hastada belirli bir düzen dahilinde ilaçlar verilmektedir. Aynı durum ağrı kesiciler için de geçerlidir. Uzun süreli kronik ağrılarda, analjezikler etki süresi saptandıktan sonra 1 saat kadar öncesinden başlanarak düzenli olarak verilmelidir. Analjeziklerin ağrı çok şiddetlendikten sonra verilmesinin temel nedenlerinden birisi alışkanlık korkusudur. Halbuki bu şekilde düzensiz olarak verildiğinde alışkanlık ve bağımlılık olasılığı çok daha artmaktadır.


Diğer Yöntemler

Analjeziklerin yani ağrı kesicilerin dışında ağrının kontrolu, fizik tedavi, nöroloji, beyin cerrahisi, algoloji, romatoloji, genel cerrahi, onkoloji gibi birçok tıp dalınnı sorumluluğu altında uygulanan yüzlerce yöntemle yapılmaktadır. Önemli olan bu yüzlerce tedavi yöntemlerinden hangisinin o hastada doğru olduğunun, hangisinin zamanlama açısından en etkili olduğunun saptanmasıdır. Bu noktada ağrının bir ekip tarafından ele alınıp değerlendirilerek tedavisi gündeme gelmektedir. Ağrı kliniklerinin kurulmasının ve yaygınlaşmasının temel amacı da budur. Ağrı kliniklerinde hastalar, çok yönlü olarak değerlendirilebilmekte ve bu çok yönlü değerlendirme sonucunda hastaların daha ayrıntılı olarak ele alınıp bakılması mümkün olmaktadır.

Ağrı kontrolünde kulanılan yöntemler son yıllarda önemli oranda gelişmiştir. Bu gelişmeler ışığında artık hastaların beyin ve omuriliklerinin belirli bölgelerine dışarıdan ulaşılabilmekte o bölgeye giden sinirlerin uyarılması ya da tam tersi tahribi gibi yöntemler kullanılabilmektedir. Omurilik ve beyine yerleştirilen çeşitli cihazlar, piller aracılığı ile geçmişte dindirilemeyen birçok ağırının kontrolü mümkün olmaktadır. Omuriliği yerleşktirilen morfin pompası gibi pompalarla hem morfin, hem de diğer bazı ağrı kesicilerin sürekil olarak dışarıdan bilgisayarlarla kontrol edilerek verilebilmesi mümkün olabilmektedir. Bu cihazlar gün geçtikçe çok daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Tıpta son 20 yıldaki genel büyük gelişmelere paralel olarak ağrı kontrol yöntemlerindeki bu gelişmeler sayesinde bugün yaygın olmasa bile birçok ağrının % 90-95 oranında kontrolü mümkün hale gelmiştir.

Sonuç olarak, ağrı artık tıpta yeni bir tıp dalının Algoloji’nin konusudur. Artık tıp ağrıyı çok daha fazla ciddiye almakta ve çok daha ciddi tedavi yöntemleriyle tedavi etmeye çalışmaktadır. Bu gelişmeler son derece büyük bir ivme ile devam etmekte ve geçmişte birçok acılara yol açan hastalıkların tedavisinin yanı sıra acıların da tedavisi, ağırların da tedavisi mümkün olmaktadır. Geçmişte insanı yaşamından bezdiren, yaşamına kıymayı düşündüren birçok ağrı artık çok basit, çok gelişmiş yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Ülkemiz de bu konuda en önde gelen ülkeler arasında yer almaktadır. 1986 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nde kurulan Algoloji Bilim Dalı sayesinde bugün ülkemizin 13 tıp fakültesinde Algoloji Bilim Dalları kurulmuş ve çalışmaktadır. Ağrı kontrolu yöntemlerinin halka yayılması, halk tarafından benimsenmesi ve halkın da ağrı ile ilgili eğitimini sağlayabilmek amacıyla da İstanbul Ağrı Enstitüsü kurulmuş bulunmaktadır.



Baş Ağrıları

Baş Ağrıları

Yaşamının herhangi bir döneminde baş ağrısından yakınmayan insan yoktur. Ancak baş ağrılarını iki şekilde değerlendirmek gerekir. Birincisi çeşitli hastalıkların bulgusu olarak baş ağrısı, ikincisi ise başlı başına bir hastalık olarak baş ağrısı. Birinci gruptaki baş ağrıları genellikle gözlerden, kulak, burun, boğaz hastalıklarından, dişlerden kaynaklanan baş ağrılarıdır. Genellikle bu tür baş ağrılarının teşhis ve tedavisi daha kolaydır.

Baş ağrısı türleri

Migren tipi damarsal baş ağrıları,
Gerilim baş ağrısı,
Kombine yani damarsal ve gerilim baş ağrısının birlikte bulunuşu,
Migren dışı damarsal baş ağrısı,
Psikiyatrik nedenlere bağlı baş ağrısı,
Kafa içinde inflamasyona bağlı baş ağrısı,
Gözden, kulaktan, dişlerden, burun ve sinüslerden kaynaklanan baş ağrıları,
Boyundaki yapılardan kaynaklanan baş ağrıları.

Migren

Migrenin Belirtileri Nelerdir?
En sık rastlanan belirti, hafiften başlayarak çok şiddetli, zonklayıcı karaktere dönüşen baş veya boyun ağrılarıdır. Ağrı genelde (ama her zaman değil) başın bir tarafında olur ve en az bir kaç saat devam eder. Ağrı geçtikten sonra migren hastası kendini genellikle yorgun ve bitkin hisseder. Bazen de bir mutluluk duygusu taşıyabilir.

Diğer belirtiler (bu belirtiler baş ağrısından önce veya baş ağrısı esnasında olabilir):
Kabızlık veya ishal
Sinirlilik
Mide bulantısı ve / veya kusma
Işığa karşı duyarlılık
Gürültüye karşı duyarlılık
Kokulara karşı duyarlılık
Kafa derisinde hassasiyet
Kan damarlarında gözle görülebilen genişleme
Boyun ve / veya omuz ağrısı veya tutukluğu
Vücudun uç noktalarında (eller, ayaklar) ağrı, sızı
Dokunma hisssinde azalma

Aura dönemi ( Genelde klasik migrende ağrı başlangıcından önce) belirtileri:
Görme duyusunda bozukluklar
- Kör noktalar
- Işık noktaları görme
- Görme duyusunun tünel gibi olması
- Görme ve duyma ile ilgili halüsinasyonlar (yanılsamalar)
- Zig zag şekilleri görme
- Gelin teli şeklinde görüntüler
- Vücudun bazı bölgelerinde uyuşma
- Kulak çınlaması
- Konuşma bozuklukları
- Başka duyular ile ilgili bozukluklar

Diğer sık rastlanan belirtiler:
Karın şişliği
Üşüme, el ve ayaklarda soğukluk
Esneme
Ağız kuruluğu
Vücutta su toplanması
Terlemede artış
Burun akması
Sık idrara çıkma
Açlık – tatlı yeme isteği veya iştahsızlık
Konsantrasyon bozukluğu, dikkatin azalması, düşüncede yavaşlama
Kelime bulma güçlüğü, konuşurken takılma
Durgunluk, donukluk bazen de aktivitede aşırı artış
Kalp atışlarının hızlanması
Yüksekten başı dönme

Migrenin Oluşma Mekanizması Nedir?

Migreni oluşturmaya yönelik etkenler tam olarak anlaşılmamakla birlikte, araştırmacılar migren esnasında vücutta neler olduğunu anlamak konusunda epeyce yol katetmişlerdir. Bu değişiklikleri ortaya çıkaran etkenlerin neler olduğu konusunda ise bazı teorilier mevcuttur:

Kan damarlarını etkileyerek doku şişkinliği oluşturan maddeler: Vazoaktif aminlerin varlığı, migreni oluşturan etkenler konusunda en kuvvetli hipotez gibi görünmektedir. Beyin damarlarına bu maddelerin boşaltılması beyin damarlarının genişleme reaksiyonuna sebep olmaktadır. Bu olayın neden kaynaklandığı konusu tam olarak açıklığa kavuşmamakla birlikte, beyin damarları etrafındaki sinirlerin acı sinyalini vermesi ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bu sinirler uyarıldıkları zaman damarlara vazoaktif amin denilen maddeler boşalırlar. Bu maddeler damarlarda genişlemeye sebep olurlar.

Araştırmacılar migrenin beyin kan akışı ile ilgili bir bozukluk olduğunda hemfikir olup, az anlaşılan pek çok faktörün bu bozukluk üzerinde etkisi olduğunu düşünmektedirler.
Beyin kan dolaşımındaki değişikliklerin migrenin önemli bir parçası olması ve kafatası içerisindeki damarların genişlemesinin ağrının sebebi olması ile birlikte, migrenin esas nedeninin beyin kan dolaşımındaki değişikliklerle ilgili olmadığını düşünmekte olan araştırmacılar da vardır.

Serotonin: Kan seratonin düzeyi migren esnasında dalgalanır. Kanda bulunan serotonin miktarı baş ağrısından önce çoğalır, baş ağrısı esnasında azalır.Bunun nedeni büyük bir ihtimalle kan pulcuklarındaki (trombosit) değişikliktir. Serotonin depolayan kan pulcukları migren hastalarında kronik çoğalma gösterirler ve migren öncesi yapışkanlıkları artar. Trombositler aynı zamanda kan damarlarında değişikliğe neden olan vazoaktif aminlerin kandaki miktarını etkiler.

Yayılan depresyon ve magnezyum: Yayılan depresyon beynin arka tarafında başlayıp öne doğru yavaşça yayılan, beyin kabuğu işlevinde bir azalma olarak kendini göterir. Yayılan depresyon muhtemelen beyin kan akımındaki azalmaya bağlıdır ve klasik migren hastalarında görülüp aura ile eş zamanlıdır. Bu durum hayvanlarda deneysel olarak oluşturulabilir ki bu magnezyum eksikliğinde daha da kolay olmaktadır. Magnezyum elementinin kan düzeyi klasik migren hastalarında, özellikle migren esnasında azalmış olarak saptanır.

Beyin kan akımında azalma : Yayılan depresyonu takiben klasik migren hastalarında karşı beyin yarısının arka tarafından başlayıp öne doğru yavaşça yayılacak şekilde beyin kan dolaşımında bir azalma görülür. Bu, beyin işlevinin azalması ile ilişkili olabilir. Aura esnasında da beyin kan dolaşımında bir yavaşlama olur.Migren ağrısı esnasında beyin kan dolaşımı artar.

Basit migren hastalarında beyin kan dolaşımındaki azalma net bir şekilde gözlenememiş olmakla birlikte basit migren hastalarında da beyin kan dolaşımı migren ağrısı esnasında bir artış gösterir.


Migreni Başlatan Etkenler Nelerdir?

Migrenin fizyolojik nedenleri ne olursa olsun, pek çok migren hastası, migreni başlatan bazı faktörler tespit etmişlerdir. Bu faktörler her migren hastası için farklılıklar göstermekle birlikte en sık ifade edilenleri şunlardır:

Çevresel faktörler:
- Yükseklik değişiklikleri
- Hava kirliliği ( ozon ve sis)
- Parlak güneş ışığı veya lamba ışığı
- Floresan ışıklar veya titreyen herhangi bir ışık ( örneğin; tavan vantilatörlü odalar, jaluzi içinde süzülen güneş ışığı, bilgisayar monitörleri)
- Saçın kuyruk şeklinde sıkıca bağlanması veya saç tokaları
- Yüksek ve devamlı gürültü ( örneğin; bebek ağlaması, vantilatör sesi, güç kaynaklarının sesi, yankılanan koridorlar vs.)
- Parfümler
- Kuvvetli diğer kokular ve kimyasal maddeler: Kumaş boyası, duvar boyası, çöp kokusu, araba egzos dumanı vs.
- Hava durumundaki değişiklikler ( basınç farklılıkları, nemde farklılık, hava sıcaklığında değişiklik, kuvvetli rüzgar, kasırga)
- Havasız ortamlar
- Mevsimsel değişiklikler ( sonbahar ve ilkbahar en kötü zamanlardır)

Yiyecek ve içecekler:
- Alkol ( özellikle kırmızı şarap)
- Sentetik tatlandırıcılar
- Kafein ( fakat bazı hastalarda migreni azaltır)
- Hindistan cevizi ve hindistan cevizi yağı ( güneş losyonları da dahil)
- Narenciye
- Çin yemekleri
- Hazır çorbalar
- Hazır peynir tozu maddeleri
- Soya proteini ve soya sosları
- Baharat ve hazır soslar
- Et terbiyesi için hazır soslar
- Bira mayası
- İçlenmiş şarküteri ürünleri
- Hazır, yağsız kavrulmuş fındık ve fıstık
- Bazı patates cipsleri
- Peynir suyu
- Zeytinyağı
- Turşular
- Tuz
- Ekşi krema veya yoğurt
- Soğan, Domates, Ispanak, Taze bezelye, Patlıcan, Fasülye gibi sebzeler
- Kızartmalar
- Deniz ürünleri
- Tavuk ciğeri
- Yiyeceklerde kullanılan boya maddeleri ( özellikle kırmızı)
- Buğday ürünleri
- Muz, Kivi, Mango, Ananas, Kırmızı erik, Çilek gibi bazı meyveler
- Çikolata
- Mısır
- Papaya

Davranış kalıpları:
- Öğün atlama
- Fazla uyuma veya uyku eksikliği
- Temizlik maddeleri veya kokulu deterjanlar
- Uçak yolculukları
- Doğum kontrol hapları
- Sigara ve diğer tütün ürünleri
- Su kaybı
- Kadınlarda hormonal değişiklikler ( migrenler adet öncesi, adet esnasında veya adetin sonunda artabilir ve genellikle hamileliğin üçüncü ayından sonra yok olur)
- Oruç tutmak, fazla karbonhidratı bir anda almak gibi kan şekerinin düşmesine neden olan durumlar
- Fiziksel travma
- Başa basınç uygulama ( fakat bazen migreni azaltır)
- Uyku düzeninde değişiklik
- Stres, özellikle stresin birden yok olması ( haftasonu başağrısı sendromu)

İlaçlar dışında neler migren ağrısını azaltmakta yardımcı olur?
Esas yöntem ,karanlık ve sessiz bir odada uyumak gibi görünmekte. Bazıları için fonda hafif bir müzik veya gürültüsüz bir Tv kanalının olması daha rahatlatıcı olabilir. Diğer önleyici yöntemler:

- Akupunktur
- Soğuk hava veya duş
- Egzersiz
- Boyun arkasına sıcak kompres
- Saf oksijen
- Baş ve boyun masajı
- Duş: Bir kaç dakika sıcak sonra soğuk sonra tekrar sıcak duş.
- Ayakları sıcak suya sokma
- Kusma
- Başa buz kompresi
- Başın bir tarafına sıcak, diğer tarafına buz kompresi yapmak

Önleme Yolları

Migreni önlemek için ilaç dışında neler yapılabilir?
Biofeedback
Toz maskesi
Gevşeme terapisi
Yoga
Stresi azaltmak
Kan şekerini sabit tutmak için düzenli yemek yemek (günde 5 küçük öğün)
Hafta sonları da dahil olacak şekilde her gün aynı saatte kalkmak
Gün ortası uyumamak

Migreniniz bilgisayar kullanımı ile alakalı ise:
- Daha büyük ekran seçin
- Ekran çizim hızını hızlandırın (90 Hz)
- Ekran filtresi kullanarak ekranın parlaklığını azaltın
- İşinize her 15 dakikada bir ara verin
- Boyun ve sırtınızı her iki saatte bir hareket ettirin
- Kalkın ve yürüyün
- Boynunuzun kıvrık olmamasına dikkat edin, bilgisayar başında düzgün postürünüzü - korumaya önem verin.
- Akupunktur

Dayanma Stratejleri

Genel: Migren hakkında öğrenebileceğiniz her şeyi öğrenin. Migrenin pek çok farklı sebebi ve bulgusu vardır. Bilginizi arttırmak korkularınızı azaltır ve durumunuzu kontrol altına almanızı kolaylaştırır.

Kendi migreninizi tanıyın. Migren ağrınızın oluşması ile yaptığınız aktiviteler, yediğiniz yiyecekler, hava durumu, hormonal durumunuz arasındaki ilişkiyi not etmek migren sebeplerinizi bulmakta çok faydalıdır.

Migren konusunda deneyimli, tedavi kararlarında sizinle bilgiyi paylaşan ve fikrinizi soran bir doktor bulun.

Sizin için iyi etki veren bir yöntem bulduğunuz zaman devam edin. İyi niyetli olsalar bile olmaz diyenleri umursamayın.

Aile ve arkadaşlar: Aileniz ve arkadaşlarınızı duyarlı olduğunuz yemekler ve kaçınabileceğiniz diğer migren sebepleri konusunda bilgilendirin ve zaman zaman hatırlatın.

Aile fertlerinizden migren zamanlarınızda normal görevlerinizi üstlenmelerini isteyin ve daha sonra da bunları yapmalarına izin verin. Pek çoğumuz tamamen fonksiyonsuz hale gelinceye kadar her şeyi yapmaya çabalarız – bunu yapmayın-.
Migren esnasında size nasıl davranılmasını istediğiniz konusunda açık olun. İnsanlar genellikle sizin söylediğinizi gerçek olarak algılar. Dolayısıyla olduğunuzdan daha iyi görünmeye çalışmayın. Bu onlara karşı iyi bir davranış değildir. Acı ve rahatsızlık seviyeniz konusunda dürüst olursanız, etrafınızdakilere uygun davranabilmeleri için olanak tanımış olursunuz.

Çok küçük çocuklar için alnınıza bir yara bandı yapıştırmak faydalı olabilir. "Burası acıyor" diyerek gürültü yapmadan oynamalarını sağlayabilirsiniz.
Planlanmış ve sizin migren nedeni ile katılamayacağınız aktivitelere başkalarının gitmesini teşvik etmeyi düşünün. Bunu yapmak zor olabilir. Keza insan kendini dışlanmış hissedebilir. Ancak unutmayın nefret ettiğiniz şey etrafınızdaki acı çekmeyen insanlar değil migreninizdir.

Eğer migreniniz sizde duygusal değişikliklere yol açıyorsa (migren öncesi veya sonrası depresyon), iyi bir zamanda etrafınızdakilere durumunuzu anlatın. Bu tutumunuz, migren nedeni ile gösterdiğiniz tepkileri çok çok ciddiye almayı engeller.
Gerçekte neyi istiyorsanız onu belirtin. Yalnız kalmak istiyorsanız bunu taleb edin. Yanınızda birisinin olmasını ve size su getirmesini istiyorsanız, dürüst bir şekilde bunu ifaade edin.

Birinci dereceden aile bireyleri veya zamanızın büyük bir kısmını paylaştığınız diğer insanlar genellikle sizin acı ve ağrınızın ciddiyetini anlar, size yardımcı olamadıkları için kendilerini çok çaresiz hissederler. Migren konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak onlara da yardım edebilir. Siz yakınlarınızın bilgilenmesini teşvik edebilirsiniz.

İş yerinizde mümkün olduğunca migreni arttırıcı faktörleri azaltın. Bu tavrınızın sizin veriminizi arttıracağını göz önünde bulunarak, isteklerinizi dile getirmekten çekinmeyin. Bilgisayar ekranınızın sayfa çizme hızını kendinize göre ayarlayın. Işık ve kontrasta özellikle dikkat edin.İş yerinizdeki ampulleri migreni provake etmeyecek şekilde ayarlayın (floresan ışığın migreni başlatıcı etkisi vardır). Dumansız ve parfümsüz bir ortam tercih edin.Yakınınızda açılabilecek bir pencerenin bulunmasını talep edin. Sürekli gürültünün olduğu ortamlardan kaçının. İşyerinde mümkün olduğu kadar esnek bir çalışma saati düzenlemesine gidin. Performansınızın iyi olacağı zamanlarda çalışıp, iyi olmadığı zamanlarda çalışmama özgürlüğünü elde etmeye çalışın. Düşük ölçekli migren günlerinizde yapabileceğiniz rutin işlerinizi gördüğünüzde hata yapma riskiniz azalır.
İş arkadaşlarınıza durumunuzu ve bildiğiniz migren başlatıcı etkenleri anlatın. Böylece sizin yanınızda sigara içmemek gibi özenli davranışları sağlayabilirsiniz.

Migren esnasında iş yerine telefon edip gelemeyeceğinizi haber vermek konusunda zorluk yaşayabilirsiniz. Bu hem suçluluk duygusu hem de ağrı varlığında normal konuşmanın güçlüğünden kaynaklanıyor olabilir. Bu nedenle bir arkadaşınıza haber verip, onun gerekli kişilerle konuşabileceği bir düzen oluşturun. Pek çok migren hastası migren esnasında, ne kadar iyi niyetli olursa olsun iyi olup olmadığına dair soru cevaplamaktan nefret ettiği için, telesekretere not bırakmak şeklinde haber vermek uygun olur.

Amirinize karşı dürüst olun. Amirinize durumunuzu, kontrol altında tutmak için ne yaptığınızı ve işe gelmeme sıklığınızın ne olabileceğini anlatın. Kaçırdığınız mesaileri nasıl kapatacağınızı ve geçmişteki performansınızı vurgulamayı ihmal etmeyin.


Migren çocuklukta kendini gösterir...

Çocuğunuzu araba tutuyor, alerjisi var, uyuma güçlüğü çekiyor ya da sık kusuyorsa ileride migrenle karşılaşma ihtimali çok daha yüksek...

Çünkü migren, beyni ve sinir sistemi daha hassas olan insanları esir alıyor!
Migren ve baş ağrıları, insanlık tarihi kadar eski. Asurlularda, Mısır papirüslerinde baş ağrısıyla ilgili bilgiler yer alıyor... Ancak yüzyıllar önce olduğu gibi bugün de migren sırrını koruyor. Tedavideki hızlı ilerlemelere karşın hastalığın nedeni hâlâ bilinmiyor.

Günümüzde baş ağrısı şikâyeti olanların toplumdaki oranı yüzde 90’lara kadar ulaşıyor. Dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında ilk sırada yer alan baş ağrıları, işgücü ve ekonomik kayıplarda da en ön sırada gelen hastalıklardan... Baş ağrılarından migren, ‘yaşam kalitesini kalp krizinden bile çok düşüren hastalık’ olarak anılıyor.

Uzmanlara göre herkes hayatının bir döneminde mutlaka baş ağrısı çekiyor. Pek çok hastalıkta olduğu gibi başağrılarının da çeşitleri, alt grupları var. Bu yazı dizimizde baş ağrılarına ve en çok bilinen baş ağrısı olan migrenle ilgili merak edilenlere ışık tutacağız...

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baki Göksan, baş ağrıları ve migren konusundaki ayrıntılı açıklamalarda bulundu...

Baş ağrılarının görülme sıklığı nedir?
Baş ağrısı toplumda en sık görülen şikâyetlerin başında gelir. Nasıl ki kişi hayatı boyunca ‘Nezle olmadım’ deme hakkına sahip değilse neredeyse ‘Hiç baş ağrısı çekmedim’ deme oranı da ona yakındır.

Oranı nedir?
Baş ağrısı şikâyeti olanların oranı toplumda yüzde 90’lara ulaşır.

Baş ağrılarının kaç tipi var?
İki büyük gruba ayrılır. Doğrudan doğruya baş ağrısı tablosuyla ortaya çıkan, başka bir hastalıkla ilişkisi olmayan baş ağrıları. Bunlar da kendi içinde üçe ayrılır; migren, gerilim tipi ve küme baş ağrıları olmak üzere. Bunlara primer (birincil) baş ağrıları da denir. İkinci grup baş ağrıları ise yüzde 10 oranında görülen, nedeni belli bir hastalığa bağlı olanlardır.

Baş ağrıları hangi hastalıkların habercisi?
Beyin damar hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları, beyin tümörleri, göz hastalıkları, sinüzit, menenjit gibi hastalıkların seyri sırasında bunlara bağlı olarak ortaya çıkan baş ağrıları, bu hastalıkların en önemli belirtilerindendir.

Birincil baş ağrılarının görülme oranı nedir?
Tüm baş ağrılarının yüzde 90’ını migren ve gerilim tipi baş ağrıları oluşturur.
Her 5 kadından biri...

Migrenin görülme sıklığı nedir?
1998’de yapılan ‘Türkiye Baş ağrısı Epidemiyoloji Çalışması’na göre Türkiye’de 15 - 55 yaş arasında yüzde 16.4 oranında görülüyor. Kadınlarda yüzde 22, erkeklerde yüzde 11. Kısacası her 5 kadından, her 10 erkekten birinde migrene rastlanıyor.

Özellikleri nedir migrenin?
En önemli özelliği ataklar (kriz) halinde ortaya çıkması. Ağrı başladığında 4 ile 72 saat arasında sürmesi. 3-5 gün ya da bir hafta ara verir, sonra tekrar ortaya çıkar. Ayda 3-4 kez ortaya çıkar. Genellikle başın tek tarafını tutar. Ağrı, zonklayıcı özellikte, orta veya şiddetlidir. Kişinin günlük aktivitesini ileri derecede kısıtlar veya engeller. Aktivite sırasında ağrı daha da kötüleşir. Ağrıyla birlikte bulantı, kusma, ışıktan, sesten rahatsız olma ve ağrının artması sözkonusudur. Hastalar genelde sessiz, loş bir yerde uyuyarak krizi atlatmaya çalışır.

Migrenin kaç tipi var?
Genel olarak iki gruba ayrılır. ‘Aura’lı dediğimiz ön belirtili migren ve aurasız migren. Migrenlerin yalnızca yüzde 10’u auralıdır.

Migrenin belirtileri

Migrenin aurası nedir?
Aura, ön belirtili migrende rastlanan şikayetlerdir. Bu belirtilerin çoğu görmeyle ilgilidir. Hasta, parlak ışıklar, zig zag çizgiler gördüğünü ya da görmenin bulanıklaştığını, bir alanda veya bir bölgede görme kaybı olduğunu söyler. Ayrıca kolda, bacakta uyuşma, baş dönmesi, konuşmayla ilgili bozukluklar da görülür. Ve ağırı başlar.

Migrenin nedeni ne?
Migrenli kişi doğuştan yatkın olarak dünyaya geliyor. Migrenlilerin beyni, sinir sistemi daha hassas, uyarıya yatkın.

Migrende kalıtımın etkisi var mı?
Genetik geçiş önemli rol oynuyor. Eğer annesi migren olan çocuk, annesine diğer özellikleriyle benziyorsa o çocuğun migren olma riski çok yüksek. Çevresel faktörler bunun üzerine eklendiğinde migren ortaya çıkıyor.

Ağrı sırasında neler oluyor?
Beyin etrafındaki damarlar genişliyor, damarların çevresinde şişmeler meydana geliyor. Sinir uçları, damardaki her genişlemede uyarılıyor ve zonklama biçimindeki bu ağrıyı kişi algılamaya başlıyor.

Migren ağrısı dışardan anlaşılır mı?
Ağrı sırasında gözde kızarma, yaşarma, göz çevresinde şişme ve renk değişiği görülebilir.
Yetişkinlerde daha çok

Alerjik temeli nedir migrenin?
Küçüklüğünde alerjisi olanlarda ya da araba tutan çocuklarda ileri yaşlarda migrene daha sık rastlanıyor. Araba tutması, sinir sisteminin hassasiyetiyle ilgili ipucu veriyor.

Çocukluğa dair başka ipuçları var mı?
Uyku düzensizliği, uyuma güçlüğü olan çocuklar, belli bir nedeni olmadan ortaya çıkan kusmalar. Kolay kusan çocuklarda ileride daha sık migrene yakalanıyor.
Çocukluklarda da görülür mü?
Tüm migrenlilerin yüzde 10 - 15 kadarında hastalık, çocukluk çağında başlıyor. Migrenin çocukluk çağında görülme oranı ise yüzde 3 - 5 civarında. Ergenlikten sonra yüzde 10’ların üstüne çıkıyor.

‘Ölsem de kurtulsam’ dedirten baş ağrıları Oldukça seyrek görülen, erkeklere özgü ‘küme baş ağrıları’ diğer ağrılara kıyasla çok daha şiddetli oluyor. Uzmanlar bu şiddetli ağrıları çeken hemen hemen tüm hastaların ağrı sırasında intiharı düşündüğünü belirtiyor!
Yaklaşık 45 dakika ile 1 saat arasında süren küme baş ağrıları, göz çevresinde ortaya çıkıyor. Kişi başını ellerinin arasına alıp odanın içinde duvardan duvara kendisini vuracak hale geliyor. Gözleri kızarıyor, yaşarıyor, burnu akıyor, tıkanıyor. Günde birkaç kez tekrarlıyor. Bu ağrılı günler bir, iki ay devam ettikten sonra uzun süre (6 aydan veya 6 yıla kadar) ağrısız, sessiz dönem başlıyor. Sonra yine başlıyor.
Sadece ağrılı döneme sınırlı tedavi uygulanıyor. Atakların başladığı dönemde yapılan tedaviyle çok yüksek oranda ağrılar kontrol altına alınıyor. Tedavi kesildiğinde kişi ataksız olarak yaşamını sürdürüyor. Atak başladığında tedavi yeniden gündeme geliyor.
Migren ile baş ağrısını ayıran ipuçları Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aksel Siva, migren ve gerilim tipi baş ağrısının farkları hakkında şu ipuçlarını veriyor:

MİGREN:

• Genelde ağrı başın tek tarafındadır.

• Kusma migren için ayırıcı tanıdır.

• Krizler (atak) halinde gelir.

• Ağrı 4 ila 72 saat sürer (orta veya şiddetli).

• Ağrı başlangıcında görme bozuklukları olur (auralı tipinde).

• Baş hareketleri ve fiziksel aktiviteyle ağrı artar.

GERİLİM BAŞ AĞRISI (Stresten kaynaklanan)

• Çok nadir tek taraflı olabilir. Tüm başı tutar, tepede etkilidir.

• Bulantı olabilir ama kusma görülmez.

• Bir hafta - 15 gün ağrıyla (hafif) geçer.

• Ağrı kriz şeklinde olmaz.

• Ağrı başlamadan önce görme bozuklukları olmaz.

• Hareket etme ağrıyı artırmaz.

Migreni tetikleyen faktörler

Çevresel etkenler

• Yükseklik değişiklikleri.

• Hava kirliliği.

• Sigara dumanı.

• Parlak güneş ya da lamba ışığı.

• Floresan ışığı veya titreyen herhangi bir ışık (jaluziden süzülen güneş ışığı, bilgisayar monitörleri).

• Yüksek ve devamlı gürültü (bebek ağlaması, vantilatör sesi, güç kaynaklarının sesi).

• Parfüm.

• Kuvvetli diğer kokular ve kimyasal maddeler, (kumaş boyası, duvar boyası, çöp kokusu, egzos dumanı vs.).

• Hava durumundaki değişiklikler (basınç farklılıkları, sıcaklık ve nem değişikliği, kuvvetli rüzgâr, lodos).

• Havasız ortamlar.

• Mevsimsel değişiklikler (sonbahar ve ilkbahar en kötü zamanlar).

Davranış kalıpları

• Açlık, öğün atlama.

• Çok ya da az uyuma, uyku düzenindeki bozukluklar.

• Temizlik maddeleri veya kokulu deterjanlar.

• Uçak yolculukları.

• Doğum kontrol hapları.

• Sigara ve diğer tütün ürünleri. • Su kaybı.

• Kadınlarda hormonal değişiklikler (âdet dönemi, hamilelik).

• Oruç tutmak, fazla karbonhidratı bir anda almak gibi kan şekerinin düşmesine neden olan durumlar.

Yiyecek ve içecekler

Migreni tetikleyen faktörler arasında pek çok besin sorumlu tutuluyor. Ama uzmanlar bu konuda bir liste vermenin yanlış olacağını, her hastada migren ağrısını arttıran yiyeceğin farklı olduğunu vurguluyor.

Prof. Baki Göksan, "Kuruyemişten portakala, tavuk ciğerinden sarmısağa kadar listeyi uzatmak mümkün. Ama hastaya liste verip şundan kaçının demek doğru değil. Burada önemli olan kişinin ağrısını tetikleyen maddeyi kendisinin bulup, keşfetmesi. Her hastanın hassas olduğu gıdalar farklı" diyor.

Konserveler şüpheli!

SSK Vakıf Gureba Hastanesi Ağrı Ünitesi Şefi Dr. Tayfun Aldemir de dondurma, kuruyemiş ve deniz ürünlerinin genel olarak "şüpheli besinler" kabul edildiğini belirterek şunları söylüyor: "Konserve yiyecekler (koruyucu maddeler içerdiğinden) bazı peynir çeşitleri, karides, istiridye, şarap ve bira, migreni tetikleyen besinler olarak bilinir ancak hastaya göre değişir" diye konuştu.

Çikolata masum

Doktor Aldemir’e göre bugüne kadar migreni tetiklediği düşünülen çikolata aslında suçlu değil. Migren atağı öncesinde hastanın şeker isteğinin arttığına işaret eden Aldemir, "Bu nedenle kişi çikolataya yöneliyor. Ve migren krizi çikolata yedikten sonra başlamış gibi görünüyor. Fakat böyle bir şey yok" diyor.

Bu baş ağrısı sıradan değil!

Baş ağrılarının sıradan olup olmadığını anlamak için şu tavsiyelerde bulunuluyor:

• Şimdiye kadar düzenli baş ağrısı çekmeyen bir kişide aylarla sınırlı sürelerle ağrı başlamışsa,

• İlk kez ağrıyla tanışan bu kişinin yaşı 10’un altında, 50’nin üstündeyse,

• Daha önce mevcut olan ağrının şiddeti, şekli değiştiyse, tedaviye cevap vermiyorsa,

• Baş ağrısı şimdiye kadar hayatında karşılaştığı en şiddetli ağrıysa ve ağrı bir fiziksel aktivite sırasında (ağır bir yük kaldırmak, cinsel ilişki) ortaya çıkmış ve şiddetini arttırmışsa mutlaka doktora gitmek gerekiyor.


Migren Atağı ve Tedavisi

Migren atağı dört döneme ayrılabilir, ancak migreni olan insanların çoğu bu dört dönemin hepsini birden yaşamaz.

1. Uyarı Dönemi
Migrenin ilk dönemi genellikle birkaç saat sürer fakat birkaç gün de sürebilir. Yorgunluk, esneme, ruh hali değişiklikleri, bazı yiyecekler için açlık ve ışık-ses-kokulara karşı artmış duyarlılık gibi uyarıcı belirtilerdir. Yaklaşık olarak migreni olan her 10 kişiden 6’sı uyarı dönemini yaşar.

2. Aura
Auralar beynin içinden kaynaklanan, başağrısı atağından genellikle 20 dakika ile 1 saat öncesinde oluşan belirtilerdir. Migreni olan her 10 kişiden ortalama 2’si aura belirtilerini yaşar. Bunlar genellikle görme ile ilgili, çakan ışıklar, zig-zag çizgiler veya görmenin grileşmesi gibi problemlerdir. Aynı zamanda işitme veya konuşma problemleri, zihin bulanıklığı ve vücudun bazı bölümlerinde veya yüzde karıncalanma hissi olabilir. Aura, başağrısı başlamadan önce kaybolabilir veya başağrısı dönemine dek uzayabilir.

3. Başağrısı Dönemi
Çoğu insan için migren atağının en kötü dönemi başağrısıdır. Genellikle zonklayıcı, ağrılı ve sıklıkla da başın bir tarafındadır.
Ağrı her atakta başın bir tarafından diğer tarafına geçebilir veya başın her iki tarfında olabilir. Ağrı genellikle yürüme veya merdiven çıkma gibi fiziksel aktivitelerle şiddetlenir.
Ancak migren ’yalnızca bir başağrısı’ değildir. İnsanların çoğu aynı zamanda bulantı hisseder, bazısı da kusar. Migrendeki başağrısına eşlik eden ve sık görülen diğer belirtiler arasında, ışığa, sese ve kokulara aşırı duyarlılık da yer alır. Migrenli insanların çoğu atakları sırasında karanlık ve sessiz bir oda ararlar. Eğer hiç tedavi edilmezse, migren tipik olarak 4 saat ile 3 gün arasında sürer, ancak süre ortalama 1 gündür.

4. Ağrının Geçme Dönemi
Başağrısı durduktan ya da geçtikten sonra, migrenli insanlarda yeniden normal hissedene dek uzun süre başka belirtiler görülür. Migren atakları genellikle ayda 1 veya 2 kez olur ancak daha sık olabilir. Atakların şiddeti değişiktir ve olacağı önceden kestirilemeyebilir. Yukarıdaki 4 dönemde de her atakta genellikle görülmez. Şiddeti de değişiktir, kişinin aktivitelerini engellemeyecek orta şiddette bir başağrısından, uzun işgöremezlik yaratan şiddetli başağrısına dek değişebilir. Sıklıkla, migreni olan kişi için iki atak birbirinin aynısı değildir.

Migren, stres yaratıcı bir durum olmakla birlikte, migren atağının sonunda geçeceğini ve daha ciddi bir şey olmayacağını anlamak önemlidir. Migreni olan bazı insanlar, bu belirtilere yol açan daha ciddi bir şey olabileceğinden endişelenirler, ancak bu çok nadirdir.

Migren tedavisinde pek çok yol vardır. Bunlar ilaç almaktan, yaşam biçimi değişikliklerine kadar farklılık gösterir.

Migren tedavisinde ilaç kullanımı
1. Akut tedavi (atak tedavisi): Atak tedavisi için basit ağrı kesiciler kullanılabilir, ya da migren ataklarına özel ilaçlar alınabilir.
2. Önleme tedavisi: Özellikle ataklar çok sıksa ve yaşam kalitesini çok bozuyorsa önleme tedavisi uygulanır. Bu tedavide migren atağı olsun olmasın, her gün ilaç alınır. Önleme tedavisi atakların sıklığını ve şiddetini azaltmaya yöneliktir.

Yaşam biçimi değişiklikleri
Migren ataklarını önlemek için yaşam biçiminizdeki bazı değişikliklerin faydası olur.
Başağrısını tetikleyen faktörler kişiden kişiye değişiklik gösterir. Migren ataklarını önlemek için alınacak önlemlerden ilki, parlak ışık, rüzgar, keskin kokular gibi tetikleyicilerden uzak durmaktır.
Vücudu aşırı zorlamayan, yürüyüş, yüzme, bisiklet gibi egzersizler kaslarınızdaki gerginliği azaltır, dolaşımınızı artırır. Böylece migren ataklarınızın sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde azalır.
Düzenli uyuyun,
Düzenli yemek yiyin,
Hafta içi alışkanlıklarınızı hafta sonunda da sürdürün.




Boyun Ağrıları

Boyun Ağrıları

Baş ağrıları ayrı olarak ele alınmakla birlikte yine baş ağrısına da yol açabilecek önemli bir ağrı grubu da boyun ağrılarıdır. Kötü duruş, çeşitli trafik kazaları, stres, artrit gibi nedenler, boyunda ağrıya yol açtığı gibi haketeleri de kısıtlar. Özellikle trafik kazalarının çok olduğu ülkemizde boyun ağrıları çok önemli bir sorun yaratır. Özellikle arkadan çarpmalarda kırbaç darbesi adını verdiğimiz başın önce öne sonra geriye gitmesi durumlarında daha sonradan çok ciddi boyun fıtıkları ortaya çıkabilmektedir. Boyundaki bu harabiyet sonunda ağrı, boyunda sertlik, kollara ve boyuna vuran hissizlik ortaya çıkabilir. Böyle bir trafik kazası sonucunda dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Böyle bir trafik kazası sonucunda dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Böyle bir trafik kazası sonucunda dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Böyle bir trafik kazasından sonra yapılan en büyük hata insanın kendisini bir yokladıktan sonra dikkat etmemesi ile başlar. Çoğu kez böyle hastalarda başlangıçta herhangi bir bozukluk yoktur. Gerçekte kas ve sinirlerdeki tahribat 24-48 saat sonra ortaya çıkmaya başlar. Bu nedenle böyle kazalardan sonra hastaların sırtında herhangi bir yakınma olmasa bile kas gevşetici ve ağrı kesicilerin verilmesi ve mutlaak bir gün süreyle yatak istirahati gereklidir. Yatak istirahatinin yanı sıra omuz ve boyun bölgesine sıcak tatbiki de yararlı olabilir.

Boyun kaslarının uzun süreli kasılması gerilimi de yine çok ciddi boyun, baş ve omuz-kol ağrılarına yol açabilir. Yanlış duruş, stres, şiddetli soğuk, yorgunluk gibi etkenler,uzun süreli bilgisayar-daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucunda ağrı çeker. Özellikle stres baş ve boyun kaslarında aşırı kasılmaya ve dolayısıyla şiddetli ağrıya yol açar. Stres gibi bir etkenin ortadan kaldırılmasında kas gevşeticilerin yanısıra bölgeye yapılan injeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, elektrisel uyaranların verilmesi ve antidepresan ilaçların önemli rolü vardır. Aynı belde olduğuboyunda da fıtık olabilir. Omurları korumaya yarayan disk adını verdiğimiz yastıkçıkların yaşla ya da darbe sonucunda yırtılmasıyla birlikte boyun fıtığı ortaya çıkabilir. İnsan vücudanda bel ve boyun en hareketli bölgeler olduğundan genellikle boyun ve bel omurlarında fıtık görülebilir. Boyun fıtığı genellikle en çok 5 ve 6. Boyun omurlarında olur. Bu fıtık sinir köklerine baskı yapar ve tutulan sinir köküne yayılan bölgede şiddetli ağrı, yanma hissi, gittikçe gelişen hissizlik ve güç kaybı meydana gelir. Böyle durumlarda öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi yetemediği durumda ise sonzamanda gelişen tekniklerle bölgeye kateder adı verilen ince sondalarla girilerek o bölgeye ilaç verilmesi, bu da olmadığı takdirde cerrahi girişim gerekebilir. Hastanın sürekli olarak boynu ile boyun egzersizleri yapması ve boynu koruması, boynun doğru kullanılması sonucunda boyun ağrıları engellenebilir. Bunun için, otururken, ayakta dururken, okurken vücuda doğru pozisyon verilir. Yatarken yastığın boyun ağrısı vermeyeycek şekilde yerleştirilmesi, bilgisayar kullanırken doğru yerde bilgisayar ekranının bulunması, koltuğun rahat olması gibi şeylere dikkat edilmesi ile boyun ağrıları önemli ölçede engellenebilir.


Boyun Fıtığı

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilere göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır.

İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirimize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.


Boyun Kireçlenmesi

Servikal omurgayı meydana getiren yapıların (kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik - yanma - batma, ellerde zayıflık - beceri azalması - uyuşma - karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.
Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler
İstirahat
Boyun korsesi
İlaç tedavisi
Fizik tedavi
Egzersiz
Enjeksiyon yöntemleri
Eğitim


Fibromiyalji

Fibromiyalji; süreğen ağrı, tutukluk, yorgunluk ve vücudun bazı noktalarında derin hassasiyet ile tanımlanan bir hastalık grubudur. Sıklıkla 30- 60 yaşları arasında ve kadınlarda görülür. Ağrı, yaygın olmakla birlikte sıklıkla boyun ve bel bölgesinin derin dokularında hissedilir. Omuz, dirsek, diz ve ellerde de ağrı olabilir. Baş ağrısı sıklıkla eşlik edebilir. Hasta, el ve ayaklarının şiş olduğundan yakınabilir. Ancak şişlik sıklıkla saptanamaz. Sabahları dinlenmeden uyandığını ifade eden hasta sayısı oldukça fazladır.

Yakınmalar soğuk ve/ veya nemli hava, yorgunluk, psikolojik gerginlik ve hareketsizlikle artarken sıcak ve kuru havada, masaj ve aktivite ile azalır.

Fibromiyalji genellikle kendisinden ve çevresinden beklentileri fazla olan kişilerde görülür.

Fibromiyalji hastalığında tedavi oldukça güç ve yavaştır. Hastalık genellikle yıllar boyu devam eder. Çeşitli tedavi programları ile geçici bir rahatlama sağlanabilir.

Ancak yakınmaların tamamen kaybolması nadirdir. Tedavide 1. basamak hastaya hastalık hakkında bilgi vermektir. 2. basamağı ise ağrıyı geçirme ve fonksiyonu artırmaya yönelik tedavi girişimleri (ilaç tedavisi, fizik tedavi ve egzersiz) oluşturur.


Servikal Strain

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması)

Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.





















Bel Ağrıları

Bel Ağrıları

İnsan omurgası bütün yükü taşımaktadır. Omurga, boyun, göğüs, bel ve kuyruk sokumuna uzanan bölgede farklı özelliklere sahiptir. Özellikle boyun ve bel omurları hareketli olmaları nedeni ile daha fazla yük taşırlar. Göğüs bölgesindeki omurlar, göğüs kasları ve kaburgalar tarafından tutulduğu için bu bölgelerdeki yük diğer bölgelere göre daha azdır. Hem boyun hem de bel omurgaları çeşitli darbelerden, yükten ve hastalıklardan daha fazla etkilenirler. Omurgaların içerisinde bir silindir gibi kat kat kılıflar içerisinde omurilik geçer. Omurgaları birbirinden disk adı verdiğimiz içinde oldukça koyu kıvamlı bir sıvı bulunan yastıkçıklar ayırır. Bu yastıkçıkların dış kısmı daha sert bir tabakadan meydana gelmektedir. Yaşın ilerlemesi vedarbelerle bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar ve dıştaki tabakanın incelmesi sonucu ağır bir yük kaldırma ve ani hareketle yırtılır ve sinirin üzerine baskı yapmaya başlar. İşte bel fıtığı, siyatik denilen olay bu şekilde gelişiyor.

Bel ağrısı, sadece bel fıtığına değil, birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Duruşun kötü olması, egzersiz eksikliği, aşırı kilo belin en büyük düşmanlarıdır. Birçok bel ağrısı insanın belini doğru kullanmaması ile ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak da bel kaslarının zafiyeti gelişir. Bel kaslarının zayıflığı sonucunda ağrı ortaya çıkabilir. Bel bölgesinde bulunan kaslar ve limbaolar kolay gerilir ve yırtılabilirler. Bunlar sürekli yapılan belirli aktiviteler örneğin; egilme, kalkma, oturma veyahutta ağır kaldırmak gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Aynı şekilde bir spor aktivitesinde veya trafik kazası sırasında da aşırı gerilim meydana gelebilir. Bunun sonucu olarak ya disklerde bir yırtılma meydana gelebilir. Aynı şekilde osteoartit dediğimiz eklem iltihaplarında çeşitli streslerde, ekonomik bozukluklarda, ailevi sorunlarda, yorgunlukta da yine bel kaslarında spazm meydana gelebilir. Yine birtakım yapısal bozukluklar sonucu örneğin; doğumsal bozukluklari, omurganın skolyoz adı verilen eğrilikleri, yahutta omurgadaki bir eklemin öne veya arkaya kayık olması çok şiddetli bel ağrılarına yol açabilir. Batın organlarındaki birtakım bozukluklar sonucunda yine bele yansıyan ağrılar ortaya çıkabilir. Kadınlara çeşitli jinekolojik sorunlarda da yine bel ağrısı görülebilir. Yine batın ve jinekolojik organların kanserleri bele ağrı şeklinde yansıyabilir. Bu yüzden bel ağrılı hastanın çok ayrıntılı ve ciddi bir biçimde incelenmesi gerekir. Bu noktada hekimin önemi büyüktür. Doğru tanı ancak hekimin incelemesi, fizik muayene sıklıkla çeşitli laboratuvar ve diğer araştırmalarla konur. Burada hekiminizin ayrıntılı biçimde geçmişinizi araştırması, ağrınızın ne zaman başladığı, nasıl başladığı, hangi bölgeye yayıldığı sorularıyla durumu araştırması gerekir. Ayrıntılı bir fizik muayene, laboratuvar testleriyle de tanının konması mümkün olur. Bel ağrılarında bu şekilde tanı konmayıp geçiştirildiği takdirde daha sonra tedavisi imkansız durumlar ortaya çıkabilir.

Bel Sağlığı İçin 50 Tavsiye

Geçmişinde bel fıtığı veya başka bir sebebe bağlı bel rahatsızlığı bulunan bir hasta ister operasyon geçirmiş, isterse geçirmemiş olsun, günlük hayatında yapılması ve yapılmaması gereken hareketleri bilmek zorundadır.

1- Cisimleri bir yerden başka bir yere taşırken belinizin eğik değil de dik bir pozisyonda olmasına dikkat ediniz.
2- Herhangi bir ağırlığı taşımanız gerekirse yükü vücudunuza simetrik olarak paylaştırdıktan sonra taşıyınız.
3- Ağır bir yükü kaldırmayı denemeyiniz.
4- Hafif dahi olsa yerden bir cismi alırken dizlerinizi kırınız ve çömelerek alınız.
5- Sandalye veya koltukta otururken dik bir pozisyonda olmaya gayret ediniz ve bunu alışkanlık haline getiriniz.
6- Bir eşyayı alırken ona doğru uzanmayınız, yanına iyice yaklaşınız ve öyle alınız. Bir cismi yerden alırken de önce onu bedeninize doğru yaklaştırıp sonra yükseltiniz.
7- İki kişi iseniz ve bir eşyayı iki ucundan tutarak taşımanız gerekiyorsa, birbirinize haber vermeksizin eşyanın bir ucunu asla bırakmayınız.
8- Bir cismi kaldırmadan önce onun ne derecede ağır olduğunu tahmin etmeye çalışınız, ondan sonra yaklaşınız. Kaldırma işlemi ne geçmeden önce onu hafifçe yoklayarak bir kez de test ediniz ve ağırlığı hakkında tam bir fikir edindikten sonra kaldırınız.
9- Cisimleri bedeninizle değil de önce beyninizle kaldırdığınızı unutmayınız. Bunun için, ağır bir yükü mutlaka kaldırmanız gerekiriyorsa, haltercilerin yaptığı gibi, çok iyi konsantre olunuz.
10- Ayakta iken belinizi sağa ve sola doğru rotasyon yaptırıp eğilerek yerden bir şey almayınız.
11- Ağır bir cismi bir yerden bir yere çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyiniz.
12- Merdivenlerden inerken bastığınız basamaklara çok dikkat ediniz. Bazen son basamağa geldiğinizi sandığınızda bir basamak daha vardır ve siz farkında olmadan tüm vücudunuzla aşağıya doğru düşersiniz. İşte bu çok tehlikeli bir harekettir, bundan kaçınınız.
13- Elinizi, yüzünü yıkarken lavaboya doğru eğilmeyiniz, bezi olabildiğince dik tutmaya gayret ediniz. Bu yüzden evinizdeki lavaboların biraz daha yüksekçe olmasını sağlayınız.
14- Çocuklarınız okula giderken çantalarında az yük taşıtmaya çalışınız. Bunun için sadece o günkü dersleri ilgilendiren kitap ve ders gereçlerini yanlarına almaları konusunda onları eğitiniz.
15- Ütü yaparken tek ayağınızın altına 15-20 cm. yükseklikte bir cisim koyarak hafifçe yükseltiniz, belinizin rahatladığını göreceksiniz.
16- Elektrikli süpürgeyle veya paspasla yerleri temizlerken öne doğru eğilmeyiniz ve belinizi dik bir pozisyonda tutmaya gayret ediniz.
17- Sağlıklı iken düzenli olarak spor yapınız. Yüzmeye önem veriniz, yürümeyi ihmal etmeyiniz.
18- Her gün ez az 15 dakika yürüyünüz.
19- Bir defa bel rahatsızlığı geçirmiş ve iyileşmişseniz, uzman doktorun size vereceği egzersizleri aksatmadan yapınız.
20- Sağlıklı iken de her gün hiç aksatmadan kaslarınızı güçlendirici egzersizler yapınız.
21- Egzersizleri, altında sunta veya tahta bulunan halı veya battaniye gibi sert bir zemin üzerinde yapınız.
22- Egzersiz hareketlerinin sayısını gün geçtikçe yavaş yavaş artırınız. Başlangıçta aşırılığa kaçmayınız.
23- Spor ve ya egzersiz yaparken ani ve zorlayıcı hareketlerden kaçı nınız.
24- Egzersiz sonrasında şiddetli ve 15 dakikadan fazla süren bir rahatsızlık ortaya çıkarsa uzman doktora danışınız. Bir saati geçen rahatsızlık söz konusu ise o hareketi yapmayınız.


25- Hergün beyaz peynir veya bir tabak yoğurt yemeyi adet haline getiriniz.
26- Eğer kilonuz fazla ise ve bunu bir türlü veremiyorsanız, bir uzman doktor ve diyetisyene başvurunuz. Gerekirse psikologdan da yardım isteyerek, kararlı bir şekilde kilolarınızı veriniz.
27- Uzman hekime danışmadan bel korsesi kullanmayınız. Çelik balenli korselerin uzun vadede bel ve karın adalelerini zayıf bırakacağını unutmayınız.
28- Kesin teşhis konulup bel ağrınızın nedeni anlaşılmadan belinizi asla çektirmeyiniz. Bunun bazen felce kadar giden sonuçlara yol açtığını unutmayınız.
29- Uzüntü ve streslerin bel sağlınızı da olumsuz yönde etkilediğini bilerek ruh sağlığınıza özen gösteriniz. Ailevi, sosyal veya iş hayatınızla ilgili problemlerinizi çözmek için gerekirse ilgili doktor ve şahıslardan yardım isteyerek köklü bir çözüme gidiniz.
30- Vücut ağırlığınızı sürekli kontrol altında tutunuz. Alınan her fazla kilonun vücudunuz ve beliniz için ilave bir yük olduğunu, bunun da belinizin biyomekaniğini olumsuz yönde etkilediğini unutmayınız.
31- Uzun topuklu veya topuksuz ayakkabı giymeyiniz. Ayakkabınızın topukları normal olsun.
32- Sandalye veya koltuğa oturmak için kendinizi oturağınızın üstüne sanki düşüyormuş gibi, aniden bırakmayınız. Yavaş yavaş, kontrollü olarak oturma pozisyonuna geçiniz.
33- Sandalye veya koltukta otururken, bir cismi -hafif dahi olsa- öne doğru eğilerek yerden almayınız.
34- Yan veya sırtüstü pozisyonda yatarak uyuyunuz. Yüzüstü yatmayınız.
35- Yatağınız sert olsun. Vücudu değişik şekillere sokan, stabil olmayan yumuşak yataklar sağlıklı değildir. Altında sunta veya tahta olan yataklar ile kaliteli ortopedik yatakları tercih ediniz.
36- Doktorunuz mutlak yatak istirahati vermişse, 2 veya 3 hafta kesinlikle istirahat ediniz. Bu süre içinde ağrınız artıyor, durumunuz kötüye gidiyorsa, doktorunuza bildiriniz.
37- Mutlak sert yatak istirahatinde iken ayaklarınızın altına birkaç yastık koyarak yükseltmeniz daha iyi olacaktır. Bu esnada yemeklerinizi yatarak yiyebilirsiniz.
38- Sırtüstü yatağınızda veya bir halının üzerinde uzanırken bacaklarınızı dizlerinizi kırarak yukarıya doğru toplayınız. Bu pozisyonda beliniz daha çok rahatlar ve ağrılarınız daha çabuk geçer.
39- Beliniz ağrıyor ve özellik le de ağrı bacağınıza vurmaya başlamış ise vakit geçirmeden uzman doktora başvurunuz. Doktor olmayan kişilerle kaydedeceğiniz vaktin bazen telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabileceğini unutmayınız.
40- Sağlıklıyken, günlük yaşantınızda tembel olmayınız, hareketli olmayı tercih ediniz.
41- İşyerinde devamlı oturarak çalışıyorsanız, bunun beliniz için sakıncalı olduğunu biliniz. Bu nedenle arasıra kalkıp dolaşınız. Çünkü oturur pozisyonda iken belinize binen yük, ayakta iken olduğundan belirgin şekilde daha fazladır. Hatta yapılan araştırmalarda günlük mesaisinin büyük bir kısmını oturarak geçirenlerde bel fıtığına ya kalanma riskinin ayaktakilere oranla daha fazla olduğu tesbit edilmiştir.
42- Bacaklarınız düz pozisyon dayken, ayakta dimdik uzun süre hareketsiz kalmayınız.
43- Daha önce bel rahatsızlığı geçirmişseniz, güreş, boks, judo, futbol gibi mücadele sporlarından ve halter gibi uğraşlardan uzak durunuz. Bunların yerine yürüme ve yüzme gibi sporları tercih ediniz.
44- Çocuklarınız hızlı gelişsinler diye aşırı antrenman veya gereğinden fazla spor yaptırmayınız.
45- Çocuklarınız oturarak ders çalışırlarken onları öne ve ya yana eğik durmamaları konusunda sık sık uyarınız.
46- Raflardan kitap veya herhangi bir eşyayı alırken önce ayağınızın altına yükseltici bir şey koyunuz ve o eşyanın hizasına yükseldikten sonra alınız.
47- Yürürken veya ayakta dururken vücudunuzun dik bir pozisyonda olmasına özen gösteriniz.
48- Ayakkabınızı bağlamanız veya benzer bir hareket yapmanız gerekiyorsa, çömelerek ve ya yüksekçe bir cismin üstüne basarak yapınız.
49- Otomobil kullanırken koltuğunuz sert olsun, arkaya dayandığınızda koltuk belinizi desteklesin ve adeta kavrasın. Uzun yola çıkarken de belinizi ince bir yastıkla destekleyiniz.
50- Yataktan kalkarken önce tam yan dönünüz, daha sonra ellerinizle yandan destek alarak oturur pozisyona geçiniz ve öyle kalkınız.


Bel Ağrısı Nedenleri

Kötü duruş, egzersiz eksikliği ve aşırı yemek yeme belinizin en büyük düşmanları olabilir. Çoğu bel ağrısı, belinizi kötü kullanmanızın sonucu ortaya çıkmaktadır.

Kötü duruş belinizi zorlamakta ve zedelenmeye yatkın hale getirmektedir. Belin lumbar kavsinin artması, kasların zayıflaması sonrası ortaya çıkmaktadır. Zayıf ve gevşemiş karın kasları, belinizin en önemli desteğinden yoksun kalmasına neden olur. Aşırı kilolar da bu zorlanmayı artırmaktadır.

Belin incinmesi ve burkulması, bel kasları ya da bağları esnediğinde ya da zedelendiğinde söz konusu olur. Bel burkulmaları, eğilmek bir şey kaldırmak ya da oturmak gibi sıradan hareketlerin doğru olmayan bir şekilde yapılması sırasında meydana gelmektedir. Bu yaralanma bir araba kazasında, sportif bir aktivite sırasında veya bir şeyin zorla çekilmesi anında da oluşabilmektedir. Bel burkulmalarında doğru tedavi uygulanırsa hasta tamamen iyileşebilmektedir. Bel mekaniğinin doğru uygulanması çoğu bel burkulmalarının önüne geçilmesine neden olacaktır.

Yırtılan diskler şiddetli ağrıya ve hareket edememeye neden olmaktadır. Diskin yumuşak yapıda olan ve nükleus adı verilen merkez kısmı, baskı sonucu şişebilir ve sert bir kapsül içinde bulunan sinir uçlarına baskı yapabilir. Ya da kapsülü yırtarak fıtık oluşturabilir ve spinal sinirlere sert bir şekilde değebilir. Ağrı bacağın üst ön kısmına ve tüm bacağa (siyatika) yayılabilir. Özellikle öne eğilmekle şiddetli ağrı ortaya çıkar. Spinal sinirlere bası ya da değme devam ederse sinir hasarı meydana gelebilir ve bacakta duyu kaybı ve kas zayıflığı oluşur. Bu durumdaki pek çok hasta cerrahi müdahaleye gerek kalmaksızın epidural steroid enjeksiyonu, disk içi elektro termal tedavi gibi perkütan işlemlerle iyileşebilmektedir.

Osteoartrit, yaşlanmanın bir parçası olarak vergi ödemek gibi bir olaydır ve çoğumuz bundan kaçınamayız. Osteoartrit belinizdeki diskleri ve kemikleri değişik derecelerde etkiler. Diskleri darlaştırır ve vertebral yapılarda ağrı oluşturan irrite edici çıkıntılar oluşturabilir. Düzgün bir duruş ve belinizi dikkatli kullanmanız yaşa bağlı artritin gelişimini azaltacaktır.


Faset eklemler her omurun arka tarafında yer alan küçük eklemlerdir. Bu eklemler omurları omurganın hareketini sağlayacak şekilde arkadan direkt olarak birbirlerine bağlarlar.

Faset eklemler oldukça karmaşık sinirlerle donatılmışlardır ve ağrıya çok duyarlıdırlar. Omurgamızın hareketliliğinde büyük önemi olan bu eklemlerin yapısı yaşa, travmalara bağlı olarak bozulabilir ve ciddi boyun, bel ağrılarına sebep olabilir.

Bel fıtığında ağrı öne eğilmekle şiddetlenirken, faset sendromunda ise daha çok arkaya yaslanmak ve yana dönmekle artış gösterir.

Yaşlanmanın yanı sıra, uzun süre sert sporla uğraşma, sürekli ağır yük taşıma ve yanlış vücut postürüne sahip olma gibi uygunsuz yaşam tarzları faset sendromunun en önemli hazırlayıcı faktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Faset eklemlerin omurganın hareketini sağlamalarının yanında bir başka fonksiyonları, omurilikten çıkan sinir köklerinin omurga kanalını terk ederek dışarı çıktığı nöral foramen adı verilen deliklerin bir bölümünü oluşturmalarıdır. Faset eklemlerde travma, omurganın üzerine aşırı yük binmesi veya diğer kemik hastalıkları nedeniyle büyüme oluşabilir. Bu durumda sinirlerin geçtiği delikler daralacak ve hastada bel fıtığına benzer sinir sıkışmasını andıran belirtiler ortaya çıkacaktır. Bunlar eğer olay boyunda ise, omuza, kola yayılan boyun ağrısı; belde ise kalçaya ve bacağa yayılan bel ağrısı şeklinde özetlenebilir.


Faset Sendromu

Faset sendromu ağrıları faset eklem enjeksiyonu ve faset eklem denervasyonu gibi girişimsel yöntemlerle kontrol altına alınabilir.

Faset eklemlere ait sinirler vücudunuzun herhangi bir yerindeki kaslarınızın hareketini kontrol etmez, sadece ağrı sinyallerini beyine taşır. Faset eklem denervasyonu bu sinirlerin iletisinin engellenmesidir. Bunu gerçekleştirmek için kullanılan en modern yöntem, sinire kontrollü ısı uygulanması esasına dayanan ”radyofrekans termokoagülasyon”dur.

Uygulanan bu girişimsel yöntemler tedavinin sadece bir bölümünü oluştururlar. En az bunlar kadar önemli olan bir başka nokta hastaların tedavi sonrası eğitilmeleridir. Eğitim denilince hastaya verilmesi gereken egzersiz programı ve vücuda doğru davranmak için yapılması ve kaçınılması gereken davranışların öğretilmesi akla gelir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir omurgaya sahip olmak mümkün olur.


Gerilim ve günlük yaşantımızdaki emosyonel problemler bel ağrılarımızda önemli bir rol oynamaktadır. Ekonomik endişeler, aile baskısı ve yorgunluk belimizde spazmlara neden olabilmektedir. Yaşamınızdaki emosyonel faktörleri kabul etmek, anlamak ve onları daha iyi bir hale getirmekle, bel ağrınızla daha iyi başa çıkabilirsiniz ve sağlıklı bir bele sahip olma şansınızı artırırsınız.

Faset sendromu da bel ağrısının sık nedenleri arasındadır. Faset eklemleri, omurgamızı oluşturan her omurun birbirine tutunmasını sağlayan, her omur kemiğinde sağda ve solda ikişer adet bulunan küçük eklemlerdir. Omurgamızın hareketliliğinde büyük önemi olan bu eklemlerin yapısı yaşa, travmalara bağlı olarak bozulabilir ve ciddi boyun, bel ağrılarına sebep olabilir. Faset sendromuna bağlı bel ağrıları özellikle arkaya doğru yaslanmakla ve yana dönmekle şiddetlenir. Bu tip ağrılar faset eklem enjeksiyonu ve faset eklem denervasyonu gibi girişimsel yöntemlerle kontrol altına alınabilir.

Spondilozis, omurgadaki dejeneratif değişiklikler için kullanılan genel bir terimdir ve genellikle sırt ve bel ağrısıyla ilişkilidir. Spondilolistezis, omurganın bel bölgesinde meydana gelir ve buradaki bir omurun kendinden önce gelen omurdan daha ileriye itilmesi söz konusudur.

Bel ağrısına neden olan diğer çeşitli nedenler arasında skolyoz gibi doğumsal bozukluklar erkeklerde prostat problemleri ve kadınlarda jinekolojik problemler sayılabilir.


Başarısız Bel (Failed Sendromu) Sendromu

Başarısız bel sendromu, bel fıtığı nedeniyle cerrahi operasyon yapılan, ancak ameliyattan sonra şikayetlerinde düzelme olmayan ya da yeni ağrı şikayetleri ortaya çıkan hastaları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu problem dünya çapında her yıl yüz binlerce hastanın karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Başarısız bel sendromu olarak adlandırılan bu tablo, nedeni ve tedavisi çok çeşitli olan bir çok durumu kapsar.

Üzerinde önemle durulması gereken nokta hastanın ameliyat öncesi belirtilerinin neler olduğu ve ameliyattan sonraki durumudur. Ameliyat öncesinde yapılan testler de dikkatle değerlendirilir. Operasyondan sonra hastanın şikayetlerinde bir süre de olsa düzelme olmuş mudur? Yoksa hiçbir değişiklik olmadan aynı şekilde sürmekte midir? Bu konular mutlaka sorgulanır. Hastanın hikayesi, muayene bulguları, ameliyat öncesi ve sonrası tetkikleri dikkatle değerlendirilir, ardından hastanın neden cerrahi tedaviye yanıt vermediği ve şimdi neler yapılabileceği karalaştırılır.

Ameliyatın başarısızlığa uğramasının nedenine göre, yapılacak tedavi çok çeşitlidir.

Başarısız bel sendromunun bazı nedenleri şu şekilde sıralanabilir.
Operasyon bölgesindeki sinir çevresinde nedbe dokusu oluşumu gibi cerrahiye bağlı değişiklikler
Operasyon bölgesindeki diskin yeniden fıtıklaşması
Bir başka diskin fıtıklaşarak aynı ya da benzer şikayetlere yol açması
Operasyon öncesi yanlış tanı
Operasyonun yanlış seviyeye ya da başarısız şekilde uygulanması

Psikolojik nedenler
Her hasta için, bu sayılan başarısız bel sendromu nedenlerinden hangilerinin rol oynadığı dikkatli bir değerlendirme ile belirlenip, doğru tedavi yaklaşımı geliştirilir. Başarısız bel sendromunun tedavisinde epidural enjeksiyonlar yararlı olabilir; eğer varsa, operasyon yerinde sinir çevresinde oluşmuş olan ve sinire baskı uygulayarak şikayetlere yol açan yapışıklıkların eritilmesi amacıyla epidural lizis işlemi uygulanır. Bir başka tedavi yaklaşımı da etki altında olan sinire radyofrekans termokoagülasyon yöntemiyle akım uygulayarak ağrıyı iletmesinin önlenmesidir.

Tedavide yukarıda saydığımız girişimsel yöntemleri tamamlayıcı olarak çeşitli fizik tedavi programları da uygulanır. Fizik tedavi programı içinde hastalar bel okulu eğitimine de alınırlar.Sayılan tüm bu tedavi yöntemleri Ağrı merkezi'nde (www.agritr.com) uygulanmaktadır.


Bel Fıtığı

Bel ağrıları son derece yaygın sağlık sorunlarından biridir. Baş ağrılarından sonra en fazla görülen ağrılar arasında yer alan bel ağrıları insanların %85’inde yaşamlarının bir döneminde ortaya çıkar. Bel ağrıları, bel fıtığının yanısıra, karın iç organlarındaki rahatsızlıklar, jinekolojik sorunlar, bazı enfeksiyon hastalıkları, romatizmal hastalıklar gibi nedenlerin yanında omurganın bel bölgesindeki bazı sorunlarından da ortaya çıkabilir.

Acıbadem Carousel Hastanesi Beyin Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, en önemli bel ağrısı nedeni olan bel fıtığını tanımlamak için öncelikle omurganın yapısının ve görevlerinin bilinmesi gerektiğini belirtiyor. Baştan kalçaya kadar uzanan omurgaların, omur denen kemikler ve bunları birbirine bağlayan disklerden oluştuğunu belirten Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, şöyle konuşuyor; “Diskler esnek bir yapıya sahip kıkırdak dokudan oluşur. Omurga insan vücudunu ayakta tutarak vücudun yükünü taşır. Gövdenin her yöne hareketini sağlar. İçindeki kanal yapısıyla omuriliği korur. Omurganın bel kısmı beş adet omur ve diskten oluşur. Vücut ağırlığını en çok taşıyan burasıdır. Dolayısıyla buradaki diskler daha kolay yıpranır. Disk ortada çekirdek ve bunu koruyan kapsülden oluşur. Herhangi bir zorlamayla koruyucu kısım yırtılıp, çekirdek arkaya kanala doğru fıtıklaşırsa buradan bacaklara giden sinirlere basarak bu sinirlerin çalışmasını engeller ve sonuçta belde ve bacakta ağrı, uyuşukluk, kuvvetsizlik oluşabilir; işte buna bel fıtığı denir.”

Aşırı Kilo ve Gebelik Bel Fıtığı Nedeni
Sağlıklı yetişkinlerin %20-30’unda bel fıtığı görülebiliyor. Ancak her bel fıtığı ağrıya neden olmuyor. Bel fıtığının görülme sıklığı açısından kadın ve erkekler arasında bir farklılık gözlenmiyor.

Diskin fıtıklaşmasına neden olacak etkenlerin başında, buraya binen yükün miktarının geldiğini belirten Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, şöyle konuşuyor; “Aşırı kilo, gebelik gibi vücut ağırlığının arttığı durumlarda diskler dengeli bir şekilde bu ağırlığı bacaklara naklederler. Ani bir hareketle bu dengede bozulma olursa, diskin bir kısmına yük fazla binecektir ve orada fıtıklaşma olacaktır. Yüksekten düşme, trafik kazası gibi nedenlerle de disk fıtıklaşabilir. Ayrıca iltihap, romatizma gibi nedenlerle de diskin koruyucu kısmını gevşeterek fıtıklaşmaya neden olur.”

Bel Fıtığının Belirtileri
Bacak ağrısı, beldeki sinirin bası altında bulunduğunun ve fıtığın en sık görülen bulgusudur. Bası altındaki sinirin dağıldığı alanda uyuşukluk görüldüğünü belirten Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, “Bacakta sinirin çalıştırdığı adalede çalışmamaya bağlı incelme görülebilir. Bunun yanısıra idrar ve büyük tuvaleti yapmayı sağlayan sinirler bası altında kalmışsa idrar ve büyük tuvaleti yapamama ve hissetmeme gibi ciddi belirtiler de ortaya çıkabilir.” Diye konuşuyor.

Tanının esas olarak muayene sonucu konulduğunu belirten Op. Dr. Toplamaoğlu muayene ile ilgili şu bilgiyi veriyor: “Bası altında bulunan sinire yönelik muayene yapılır. Sırt üstü yatan bir hastada bacak düz olarak yukarı kaldırıldığında bası altındaki sinir gerilmeye bağlı olarak bacaktaki ağrı şiddetlenir. Sinirlerin dağıldığı alandaki duyu ve karşı taraf aynı alan duyusu karşılaştırılarak uyuşukluk olup olmadığına bakılır. Örneğin 5. sinir kökü ayağın bilekten geriye doğru hareketini sağlar. Bu sinir bası altındaysa bu harekette zayıflık olur. Muayene sonucu sinirin bel bölgesinde bası altında kaldığı kararına varılırsa direkt grafi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, myelografi gibi görüntüleme yöntemleriyle tanı konulur.”

Hastaların Çoğu Ameliyatsız Tedavi Ediliyor
Bel fıtığı tanısı konmuş hastaların %80’i ameliyat yapılmadan iyileşiyor. Tedavide ilk olarak yatak istirahati öneriliyor. Yatak istirahatında amacın, vücut ağırlığını disk üzerinden kaldırmak böylece diskin çekirdeğinin tekrar kendi yerine dönmesini sağlamak olduğunu belirten Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, tedaviyle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor; “İstirahat süresi 15 gündür. Hasta rahat edeceği bir yatakda yatar. Yatma şekli ve sağa-sola dönme hareketleri önemli değildir. Ancak hasta yalnızca tuvalet ihtiyacı için ayağa kalkmalıdır. Hasta yatarken ağrı duyuyorsa, ağrı kesici ve adale gevşetici ilaçlar verilir. İstirahat bitiminden sonra hasta rahatsa, bel ve karın adalelerini güçlendirecek egzersiz programına alınır.”

Ne Zaman Ameliyat Öneriliyor?
Günümüzde gelişmiş ameliyat teknikleri ve mikroskoplar sayesinde bel fıtığı ameliyatları başarıyla yapılıyor. Bacakta kuvvet kaybı, idrar ve büyük tuvaletini yapamama ve hissetmeme gibi durumlarda istirahat denenmeden ameliyata karar verildiğini belirten Op. Dr. Toplamaoğlu, “Yatak istirahatından fayda görmeyen, 3 ay daha uzun sürede ağrısı geçmeyen, yılda 4 defadan fazla şikayetleri tekrarlayan hastalarda da ameliyata karar verilir.” Diye ekliyor.

Bel fıtığı ameliyatları ameliyathane şartlarında genel anestezi ile gerçekleştiriliyor. Konusunda uzman bir hekim tarafından gerçekleştirildiğinde bel fıtığı ameliyatlarındaki risk son derece düşüktür. Yapılan ameliyat tekniğine göre, yüzde 1 oranında tekrarlama olasılığı vardır. Bu durumlarda tekrar ameliyat gerekebilir.

Peki, bel fıtığı ameliyat edilmezse ne olur?
Op. Dr. Halil Toplamaoğlu, bu sorunun cevabını şöyle veriyor; “Bel fıtığı tedavi edilmediği takdirde bası altında kalan sinirler zaman içinde görevlerini yapamaz hale gelir. Sinir kökünün seviyesine göre bacakta hissizlik, felç, idrar ve büyük abdest yapmada sorunlar ortaya çıkar. Ameliyat yapılsa da bir düzelme görülmez. Bu nedenle ilerleyici his kaybı, kuvvetsizlik gibi şikayetler tespit edildiğinde hızlı bir şekilde ameliyat kararı verilmelidir.”


Bel Fıtığı ve Siyatik

Ağır bir darbe, ağır kaldırma, kaza gibi nedenler sonucunda omurlar arasındaki yastıkçıklarda meydana gelen yırtılma omuriliğe veyahutta omurulikten çıkan sinirler üzerinde baskıya yol açar. Sinirler üzerindeki baskı, baskı bölgesine göre belde ya da yayılan bölgelerde ağrı, hareket kısıtlılığı, tutulan tarafta karıncalanma hissi, duysal kayıp gibi sonuçlara yol açar. Sinir basısının siyasit sinire yakın bölgelere doğru yayılmasıyla bacakta siyatik dediğimiz durum ortaya çıkar. Aslında her ikisi de ister bel fıtığı, ister siyatik olsun aynı hastalığın sonuçlarıdır. Hastada hapşırma, öksürme, ıkınma gibi hareketlere ağrı şiddetlenir. Ağrının şiddetlenmesinin yanı sıra hastanın refleks hareketlerinde de değişiklikler ortaya çıkar.

Bel fıtığının değişik biçimlerde tedavileri vardır. Değişik tıp branşları bel fıtığını tedavi etmeye çalışır. Bu tıp dallar, nöroloji, fizik tedavi, nöroşirürji, aloloji olarak sıralanabilir. Bel fıtığının tedavisinden önce hastanın çok ayrıntılı olarak değerlendirilmesi ve ona göre tedaviye alınması gereklidir. Eğer hastada genel bir his kaybı ve his kaybının yanı sıra idrar tutamama yahut dışkı tutamama gibi durmalar varsa derhal cerrahi müdahale gerekir. Bunun dışında ise ilaçlarla başlayarak yatak istirahati, fizik tedavi yönhtemleri, bel bölgesine yapılan çeşitli injeksiyon teknikleri ve cerrahi yöntemlere kadar uzanan geniş bir yelpaze içerisende ela almak mümkündür. Hangi tedavinin uygulanacağı hastanın durumuna, hastalığın evresine, daha önce uygulanan tedavi yöntemlerinin başarısına veya başarısızlığına göre farklılık gösterebilir. Bel fıtığında en önemli yanlışlardan bir tanesi hastanın sadece tek bir tıp dalının perspektifi açısından ele alınması ve ona göre değlerlendirilmesidir. Bu son derece yanlış sonuçlara neden olabilmektedir. Hastanın başvurduğu hekime göre tedavi edilmesi en büyük yanlıştan bir tanesidir. Örneğin hasta fizik tedavi uzmanına giderse fizik tedavi uygulanması, beyin cerrahına giderse beyin cerrahisi gibi durumlar yanlıştır. O yüzden hastada tedavinin ayrıntılı olarak değerlendirilmesi gerekir.

Bel fıtığında tıp dışında birtakım insanların çeşitli yöntemler uyguladıkları da bilinmektedir. Bel çektirmek şeklinde genel bir isimle tanımlanabilecek olan bu yöntemler hekim tarafından bile son derece titizlikle ve dikkatle uygulanması gerekmesine rağmen ne yazık ki gelişigüzel uygulanan yöntemlerdir. Bunun sonucunda yanlış bir çekme sonucunda omurilikten çıkan sinirlerin omurlar arasına sıkışması sonucunda hem sinirlerde hem de doğrudan omurilikte tahribat meydana gelmesi mümkündür. Bu dtahribat sonucunda hastada felç dahilbir sürü bozukluk ortaya çıkabilir. Özellikle tıp dışı insanlar tarafından uygulanan bu yöntemlerin bazı hastalarda başarılı olması ise bu yöntemlerin bazı tehlikesini ortadan kaldırmamaktadır. Tıpta uygulanan girişimler hastaya zarar vermemektedir. Bu nedenle tıp dışı insanların bu yöntemleri uygulaması hem zararlı hem tehlikelidir. Diğer bir önemli husus her bel ağrısı daha önce de belirtildiği gibi bel fıtığına bağlı değildir. Bu bölgedeki kaslardan ve sinirlerden zengin olan yapı içeresinde hastalarda daha önce sözü edilen birçok nedene bağlı olarak ağrı ortaya çıkabilir. Bu ağrıların da ayırıcı tanısını ancak bir hekim yapabilir. Hekimin uygulamadığı bir yöntem ise yanlış olur. O yıllarda bel ağrılarının tedavisinde fizik tedavi ve beyin cerrahisi yöntemlerinin yanı sıra çok etkili olabilecek çeşitli yeni tedavi yöntemleri de geliştirilmiştir. Bu yöntemler içerisinde sinirlerin doğrudan doğruya baskı altında kaldığı bölgelerin iğneyle girilerek o bölgedeki baskıyı kaldırabilecek ilaçların verilmesi, katater ismi verilen ince sondalarla yine aynı bölgeye girilerek uygulanan belirli yöntemler oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Yine birçok kez bel fıtığı ameliyat olmuş hastalarda başarısız bel hastaları ismi verilen durumda son on yıl içerisinde uygulanan yöntemlerden bir tanesi en önemlisi belki de omurilik pilleridir. Bu bölgeye yerleştirilen elektrotlar aracılığı ile yapılan uyarılar hastalarda son derece etkili sonuçlar verebilmektedir.