28 Ağustos 2007 Salı

Ağrı Tanımı

Ağrı Tanımı


Ağrı, 1979 yılında şu anda dünyada Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan (WHO)Z sonraki en büyük tıp teşkilatlarından birisi olan Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır. "Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayanözler bir duyudur". Bu cümle, ağrının aslında bizim bütün yaşantımızı, yaşamımızı içeren bütün özellikleri kapsamaktadır. Birinci özelliği, ağrının vücudun belli bölgesinden kaynaklanmış olmasıdır. Vücuttaki bir tahribat, bir zarar bu ağrıyı başlatmaktadır. Bu anlamda ağrı, bir uyarı sistemi olarak görev yapmaktadır. Yani hastanın hekime gitmesini sağlayan en önemli bir uyarıdır. Hiç kimse çoğu kez insanlar tansiyonlarının yükseldiğini, şeker düzeyinin yükseldiğini, hatta hatta nabızlarının hızlandığını bile fark etmeyebilirler. Ama ağrı, onları çok daha önce uyarır ve bir bozukluğun ifadesidir. Ancak bu özellik, her zaman bugün tıpta kullanılan çeşitli tanı yöntemleriyle görülemeyebilir. Örneğin; bir migrende ya da nevralji adını verdiğimiz çok şiddetli, dayanılması mümkün olmayan ağrılarda ister bilgisayar tanı yöntemleri Örneğin; MRI, bilgisayarlı tomografi olsun ya da başka yöntemlerle bir bozukluk saptanamayabilir. Özellikle uzun süren butip ağrılarda, hastaya hemen ağrısının psikolojik kökenli ağrı olduğunu söylemekten daha yanlış bir şey yoktur. Çünkü, tıbbın bugün geldiği nokta ile bundan 30 yıl öncesini düşündüğümüzde bugün gerçek olarak kabul edilen birçok hastalığın da geçmişte sadece psikolojikmiş gibi değerlendirildiğini biliyoruz. O yüzden, ağrının birinci özelliği organik bir nedene yani bir tahribata bağlı olup olmaması değil, hastanın bunu ağrı olarak nitelendirmesidir. Hastanın ağrısı öncelikle hekimler tarafından gerçek olarak ele alınmalı, daha sonra bu gerçekliğin boyutları ve derecesi araştırılmalıdır. Ağrının diğer ikinci özelliği, geçmişte insanın yaşadıkları ile doğrudan bağlantısı olmasıdır. Hepimiz çeverimizdeki insanların çeşitli ağrılı olaylara karşı davranışlarının farklı olduğunu biliriz. Kimisi daha dayanıklı, kimisi ise daha dayanıksızdır.

Ağrı eşiği adı da verilen bu durum vücudun bir özelliği olarak karşımıza çıkar. İşte bu özelliğin belirlenmesinde insanın kültürel özellikleri, yaşam biçimi, bulunduğu çevre, aldığı eğitim, cinsiyeti, dili, dini ve birçok diğer inançları da etkili olmaktadır. Bu özellik, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye, cinsiyetten cinsiyete göre farklılık gösterebilir. Çünkü sonuçta ağrı, beyinde algılanan ve beyinde çözümlenen bir olaydır. Ağrının beyinde çözümlenmesi aynı toplumsal olayların ya da diğer duygusal olayların çözümlenmesi gibi olur. İnsanların olayabakışı, toplumsal olaylara kişisel olaylara bakışı ile, ağrıya bakışı arasında çok büyük paralellikler vardır. O yüzden de, insanlar ağrıyı farklı farklı algılarlar. Diğer bir özeliği ve son özelliği işte bu yüzden ağrının kolaylıkla ölçülemeyen öznel, kişisel bir duygu olmasıdır.

Ağrı, sonuçta başta beyin olmak üzere vücudun birçok sisteminin içine girdiği ve değerlendirdiği çok karmaşık bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olay o kadar karmaşıktır ki artık ağrı çeken bir insanın beyni daha farklı çalışan, olayları daha farklı algılayan ve hatta hatta yaşam biçimini bile değiştiren bir hale gelmektedir. Ağrılı olayda nasıl insan kaçma, kurtulma gibi birtakım hareketlerle işlem yaparsa, ağrının uzaması ondan birtakım kişilik değişikliklerine, birtakım farklı bozukluklara da yol açabilmektedir. Hastada ani başlayar ağrılarda nasıl terleme, kan basıncının yükselmesi ya da düşmesi, nabızda hızlanma, solunum hızlanması gibi değişiklikler ortaya çıkmışsa uzayan ağrılarda da toplumdan uzaklaşma gibi birtakım farklı olaylar da yine karşımıza çıkmaktadır. Ağrılı hastada ister istemez insan etkinliklerini kısıtlar. Aslında bu da ağrının daha kötüleşmesine yol açan ve bir kısır döngü oluşturan özelliktir. İşte insan bir kez bu tuzağa yakalandı mı ağrının kısır döngüsü içine girer. Bukısır döngünün birinci özelliği, inaktivite hareketsizliktir.

Vücut Ağrıyı Nasıl Algılar?

Vücudun çeşitli bölgelerinde ısı, çeşitli kimyasal uyaranlar, basınç, iğne batması, sıcak-soğuk gibi etkenlere karşı uyarıcı algılayıcılar vardar. Aynı şekilde vücudun çeşitli bölgelerinde ağrıyı algılayan böelgeler de vardır. Bunlar, iğne batmasını, bıçak saplanmasını ve benzer şeyleri farklı farkıl algılarlar. Bu algılayıcılar tarafından algılanan farklı uyaranlar sinirler aracılığıyla öncelikle omuriliğe iletir. Omurilik geçmişte sadece basit bir iletim durağı olarak algılanırken artık tam tersi ağrının vücutta durdurulmasına yarayan bir organ olarak kabul edilmektedir. Ağrılı uyaran omurilikte beyinden çeşitli durdurucu uyaranlar ve vücudun salgılandığı aralarında morfine de benzeyen çeşitli maddelerin de bulunduğu maddeler tarafından omurilikte durdurulmaya çalışılır. 1965’lerde bulunan bu buluş son derece önemlidir. Çünkü daha sonra bulunan ve bugün artık yaygınlıkla kullanılan morfin pompaları, omurilik pilleri gibi yeni ağrı kontrol yöntemleri bu buluşa dayanır. Doğrudan doğruya omuriliğe müdahale ederek, geçmeyen birçok ağrının başta kanser ağrıları olmak üzere durdurulması artık mümkün olabilmektedir.

Omurilik beyinden gelen uyaranlar ve salgılanan çeşitli maddelerle ağrıyı kontrol altına alamadığı takdirde ağrılı uyaran beyine doğru iletilmeye başlanır. Ve beyinde özellikle korteks adını verdiğimiz beynin en dış bölümünde algılanır. Ağrı burada ilk değerlendirmeden, ilk süzgeçten geçer. İşte burada kişinin daha öncesi deneyimleri yaşam biçimi, eğitimi, kültürü bütün yaşamını kapsayan olaylar ağrının algılanmasında rol oynar. Ancak algılanmasıyla yine ağrı hemen başlamaz. Vücut burada da ağrıyı kontrol altına almak üzere çeşitli kimyasal maddeler salgılar. Endorfin adını verdiğimiz ve kimyasal yapısı morfine çok benzeyen bu maddeler beyinde de ağrıyı durdurmaya çalışır. Bu maddelerin, vücut tarafından salgılandığının bulunması daha önce açıklanamayan ve hayret uyandıran ve çeşitli dini görüşlerle açıklanmaya çalışılan çeşitli ağrılı olaylara da açıklık getirmiştir. Örneğin; ağrıya karşı vücuduna şiş saplayan, ateşte yürüyen birçok insanların neden acı çekmediği bu kimyasal maddelerin salgılanması ile önemli ölçüde açıklanabilmektedir. Bütün kontrol sistemleri ağrıyı durduramadıkları takdirde vücut artık ağrıyı hisseder hale gelir. Bu yukarıda sözü edilen ağrı şeması daha çok darbe, yanık, trafik kazası gibi nedenlere göre yapılmış olan bir ağrı tanımlamasıdır. Vücuttaki birçok ağrı ise bu mekanizmalarla ne yazık ki açıklanamamaktadır. Çünkü, beyinde nereye kadar ne olduğu hala tam bilinmemektedir. Ağrılı uyaranlar, uzun bir yol izleyip önce sinirlere oradan omuriliğe ve beyne geldikten sonra, beynin talamus ve hipotalamus adını verdiğimiz çeşitli bölgelerinde de algılanırlar. Burada bu algılanma sırasında ağrı ile beraber ortaya çıkıan başka bozukluklar da açıklanabilmektedir. Örneğin; ağrılı hastaların çoğunda hastanın tansiyonu yükselmekte, nabzı atmakta, sık sık idrara çıkmakta, bulantı-kusma gibi bulgular ortaya çıkmakta, hastanın şekeri yükselebilmektedir. İşte bütün bunlarda yine beyindeki birtakım faktörlerin işin içerisine girdiği düşünülmektedir.

Çeşitli çevresel durumlarda ağrılı uyararının algılanmasında işe karışırlar. Vücudun değişik biçimlerde davranışsal olarak verdikleri cevaplarda emosyonun yani ruhsal durumun rolü de büyüktür. Ağrıda diğer hoşa gitmeyen etkenler gibi bir reaksiyon ortaya çıkar. Bunun tam tersi ise memnuniyet ya da neşedir. Ağrılı uyaran iletilirken elbette ki beyinde duygusal olarak birtakım bozukluklar ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak da ağrılı uyaran beyinde kodlanmış olur. Bu kod o zaman o kadar önemlidir ki, o kolu bacağı kesilen insanlarda da yine ağrı olan bölgede ağrı hissedilir. Yani “hayalet ağrısı” adını verdiğimiz hastada, olmayan yerde ağrının ortaya çıkma durumu belirir. Beyin, iyi ya da kötü çeşitli deneyimleri sembollerle algılar ve kaybeder. Bu kayıt örneğin; iğne batması, yanma gibi farklı farklı olabilir. Sonuçta, insan beyni ağrıyı iğne batması, bıçak saplanması, kırık gibi farklı farklı algılar halene gelir.


Genel Kronik Ağrı Sıklığında Cinsiyet Farklılıkları

Başağrıları
Migrenin ergenlik döneminde kız çocuklarında erkek çocuklarına oranla daha sık görüldüğü belirlenmiş. Yaş arttıkça aradaki fark giderek azalıyor. Auralı migren (klasik migren) kadınlarda daha sık görülürken, aurasız migren (basit migren) erkeklerde daha sıktır. Ayrıca, bazı migren tipleri kadınların hormonal dönemleriyle doğrudan ilişkili. Adetlerin başlangıcında hormonal değişimle birlikte migren atakları artıyor. Buna menstrüasyona bağlı migren adı veriliyor. Sadece adet döneminde migren ağrısı hisseden hastalar da bulunuyor.
Gerilim tipi başağrıları, çene ekleminden kaynaklanan ağrılar, oksipital nevralji, trigeminal nevralji gibi baş bölgesi ağrıları kadınlarda daha sık görülüyor. Bununla beraber küme başağrısına erkelerde daha sık rastlanıyor.
Bel ve kol bacak ağrıları
Bel ağrıları sıklığında kadın ve erkekler arasındaki ağrı sıklığı farkı, kadınların da aktif çalışma hayatına giderek daha fazla katılımı ile azalıyor. Tabi bunda kadınlar arasında sigara içiminde artış, hamilelik gibi etkenlerin de rolü var. Kadınlarda el bilek kanalı sıkışmasına, adalelere (piriformis sendromu, miyofasyal ağrı sendromu), toplardamar hastalıklarına (varis) bağlı ağrılara daha sık rastlanıyor. Erkeklerde ise daha çok atardamar yetmezliklerine bağlı ağrılar gözleniyor. Ayrıca, fibromiyalji sendromu, romatoid artrit, multipl skleroz, lupus eritamatozis, yemek borusu yangısı, intertistiyel sistit, kronik kabızlık gibi ağrılı seyreden rahatsızlıklar kadınlarda daha yaygın gözleniyor. Pankreas hastalığı, mide ülseri, zona ağrıları erkelerde kadınlardan daha çok görülüyor.

Kadınlar Ağrıya Daha Dayanıklı

Ağrı kişisel bir kavram. Her birey bu sözcüğün anlamını yaşamı boyunca edindiği deneyimlerle kavrıyor. Ancak her iki cinsiyette de farklı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörler değişik ağrı deneyimlerine neden oluyor. Acıbadem Ağrı Tedavi Merkezi’nden Prof. Dr. Süleyman Özyalçın "Ağrı vücudun belirli bir bölgesinden kaynaklanan, bir doku hasarına bağlı olan veya olmayan, insanın geçmişteki deneyimleri ile ilgili hoş olmayan, duyusal bir histir. Tekrarlayıcı ağrı yakınmaları bakımından kadın ve erkek cinsleri arasındaki farklılıklar ergenlik çağı döneminde başlar ve erken yetişkinlik döneminde sürer. Çocukluk çağında da cinsiyet farklılıklarına bağlı ağrı şikayetleri olabilir. Genellikle kız çocukları, ailenin ilk çocukları ve alt sosyo-ekonomik sınıfların çocuklarında ağrı yakınmaları daha fazladır ve bu psikolojik bir olaydır. Erkek çocuklar ise ağrı yakınmalarını daha iyi kontrol altına alırlar" dedi.
Kadınlar ve erkekler farklı ağrılar yaşıyor
Ağrı konusunda kadın ve erkek arasındaki farklıkların üç temel sebebi bulunuyor: Hormon ve organ farklılıkları, kültürel ve toplumsal rollerdeki farklılıklar ve adale farklılıkları.
Kadınların cinsiyet organları ve hormonal değişimleri farklı ağrı deneyimlerine yol açıyor. Kadınların çoğu adet ağrısı, yumurtlama ağrısı, gebelik ve doğum ağrısı gibi patolojik olmayan nedenlere ait ağrılar yaşıyor. Tüm genç kızların yaklaşık yüzde 50’si erken ergenlik döneminde adet ağrısı deneyimine sahip. Geç ergenlik döneminde ise bu oran yüzde 75’e ulaşıyor. Geç ergenlik ve erken yetişkinlik çağında ağrıların şiddeti daha da artıyor.
Değişen kadın erkek rollerinin ve yaşamdaki biçimlerinin ortaya çıkardığı durumlar da ağrı üzerinde çeşitli etkilere sahip. Örneğin bu yüzyılın başında, bel ağrılarının erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğü kabul edilirdi. Ancak endüstriyel toplumların hızlı gelişimi sonucunda kadının iş hayatına ve üretime giderek daha aktif katılması, bel ağrıları konusundaki kadın erkek farklılığını ortadan kaldırdı. Kadın adalelerinin daha zayıf, erkek adalelerinin ise daha güçlü olması ise bazı ağrıların kadınlarda daha fazla ya da daha sık görülmesine neden olabiliyor.
Kadınların ağrı deneyimi daha fazla
Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörler ağrının algılanması ve ağrılı duruma ilişkin davranışlardaki farklılıklarda da etkili bir rol oynuyor. Acıbadem Ağrı Tedavi erkezi’nden Dr. Selçuk Dinçer, "Beyindeki kimyasal, metabolik, fiziksel ve hormonsal değişiklikler; ağrı algılaması, iletimi ve duyarlılığı bakımından her iki cinste farklılığa yol açmaktadır. Deneysel araştırmalara ait bilgiler, biyolojik faktörlerdeki değişikliklerin kadınlarda baş ağrısı ve migren şikayetlerinin daha sık olmasına neden olduğunu düşündürmektedir. Psikolojik ve sosyolojik faktörler ağrının algılanması ve ağrılı duruma ilişkin davranışlardaki farklılıklarda etkilidir" diye açıkladı.
Psikolojik ve sosyal nedenler
Kadın ve erkek arasında ağrının algılanması bakımından farklılıkların psikolojik ve sosyolojik açıdan iki önemli nedeni var: Birincisi kadın ve erkeğin yaşamları boyunca farklı ağrı deneyimlerine sahip olması, ikincisi ise kadın ve erkeğin toplumda kendilerinden beklenen farklı sosyal rollerinin olması. Cinsiyetle ilgili farklı sosyal beklentiler ağrıya tepkiyi de belirliyor. Dolayısıyla ağrılar karşısında erkek ve kadın, aralarındaki farklı sosyal rol nedeniyle farklı tutum izliyor. Kadın ağrı duyduğunu rahatlıkla dile getirip doktora başvururken; erkek bu konuda kadına oranla daha çekingen ve kendini saklamaya meyilli oluyor. Bu, kadının toplumdaki rolüyle ilgili sosyo psikolojik bir farklılık. ‘Kadın, sosyal sorumlukları gereği ağrısının bir an önce geçmesi için tedavi yolu ararken; erkek, ağrısının olduğunu belirtmekten bile kaçınmaktadır’ diyen Prof. Dr. Özyalçın, kadınların erkeklerden daha çok ağrı yaşadığı yanılgısının kaynağında kadınların ağrıyı daha çok dile getirmesinin yattığını kaydetti.
Kadınlar ağrıya daha dayanıklı ve dirençli
Kadınların ağrıya erkeklerden daha dayanıklı ve dirençli olduğunu söylemek de mümkün. Bunun bir nedeni, kadınlarda östrojen gibi bazı hormonların ağrıdan koruyucu özelliklere sahip olması. Yapılan araştırmalara göre kadınların, örneğin ameliyat sonrası ağrılarda daha az ağrı kesici kullandığı ortaya çıkmış. Ancak erkeklik hormonlarının da ağrı giderici etkileri olduğuna ilişkin araştırmalar da bulunmaktadır. Kadınların ağrıya daha dirençli olmalarının önemli bir nedeni de ağrı konusunda daha deneyimli ve daha hazır olmaları. Özellikle doğum yapmış kadınların doğum ağrısı deneyimi ve pek çok kadının adet ağrısı deneyimi kadınların erkeklere oranla ağrıya daha dirençli olmalarını sağlıyor.




Hiç yorum yok: